Uri Avnery
Bir Sırp otoyolda ters yönde araç kullanıyor ve radyodan müzik dinliyordu. Aniden program bir ikaz anonsu ile kesildi: “Dikkat! Çılgın bir sürücü otoyolda ters yönde ilerliyor!”
“Sadece biri mi?” dedi Sırp, “Hepsi!”
Bir Sırp arkadaş bana bu fıkrayı anlattığında, “Vay be!” dedim. “Ne kadar da bize benziyorlar”
Sırplar ne kadar İsraillilerden farklı olsa da görünüyor ki bir çok ortak noktaya sahibiz. Her iki halk da inanıyor ki, “Tüm dünya bize karşıdır” Her ikisi de, başkaları aksini söylese de, tamamen kendilerinin kesinlikle doğru olduklarını zannediyorlar.
İsrailliler gibi Sırplar da geçmişlerinin esiridirler. Bizim gibi onlar için de tarih bugünden daha önemlidir. Gelecek geçmişin misafiridir.
Yüzyıllar evvel Sırplar Kosova’da yaşadı. Onlara göre yerin bu bölümü halklarının beşiğiydi. Haziran 1389’da onların tarihini tanımlayan olay yaşandı: Osmanlı Türklerine karşı büyük savaş. Gerçek şu ki, Sırplar kesinlikle hafızadan çıkmaz şekilde yeniliyordu. Daha sonra Arnavut halkının ülkede kök salması onlar için problem değildir. Onların gözünde, yüzyıllardan beri Kosova’da yaşayan bu halk “yabancı”dır. Ülke “büyük babalarının vatanı” ve “Dinimiz, Doğu Ortodoksluğu, böyle söylediği için bize aittir”. Bu laf size biraz tanıdık gelmedi mi?
2.Dünya Savaşı’nda Sırplar ile Yahudiler arasında bir yakınlık hissi vardı. Kalplerimiz öyleydi, elbette, cesur partizanlarla. Tito’nun kurtarılmış bölgelerine ulaşmayı başaran Yahudiler Holokost’tan kurtuluyordu. Sırplar ve Yahudiler Hırvatların toplama kamplarında birlikte öldürülüyorlardı. Öyle ki, SS subayları bile orayı ziyaret ettiğinde dehşete düşüyorlardı.
Tito’nun ölümü ve onun rejiminin çöküşü bu yakınlık hissine son verdi. Tersine bizim sağcılarımız Slobodan Milosevic’e aşık oldu. Ariel Sharon onu alenen destekledi. Belki o mağduriyet ve merhametsiz gaddarlık hissinin uyuşmasından hoşlandı.
Tüm bunlar birçok İsraillinin Kosova’nın bağımsızlık deklarasyonuna karşı karışık hislerini açıklar. (Kosovalılar kendilerini ülkelerinin adı ile çağırıyor / isimlendiriyor)
Korkarım ki bu meselede benim düşüncem diğer birçok İsrailliden farklıdır. Benim kalbim bu hafta Prishtina’nın caddelerinde eğlenen ve dans eden Kosovalı kalabalıklar ile birlikteydi.
Onlar bana, yaklaşık 60 yıl evvel, Birleş Milletler Genel Konseyi bir Yahudi devletinin kurulmasına karar verdiğinde Tel-Aviv’in sokaklarındaki kalabalıkların kutlamalarını hatırlattı. (BM bir Filistin – Arap devleti kurulmasına da karar vermişti ama bu hemen hemen unutuldu.)
Bu hafta tüm dünyada insanlar bu meseleyi tartışıyordu: Kosovalılar kendi devletlerine sahip olma hakkına sahip midir yoksa değil midir? Uluslararası hukuk analiz ediliyor, müspet örnekler inceleniyor, yanında veya karşısında yükselen deliller öğreniliyordu.
Bu bana ilgisiz görünüyor. Ne zaman bir halk bir millet olduğuna karar verirse, bir millet gibi davranır ve bir millet gibi mücadele eder, böylece, o bir millettir ve kendi milli devletini kurma hakkına sahiptir.
(Bunu daha evvel Golda Meir’e Knesset’te söylemiştim. O, her zamanki gibi, Filistin halkının varlığını yalanlamış ve o meşhur sözünü tekrarlamıştı: “Orada bunun gibi bir şey yok” Ben onu, Sayın Başbakan, belki siz haklısınız ve Filistinliler bir millet olduklarına inandıklarında tamamıyla yanılıyorlar. Ama ne zaman milyonlarca insan bir millet gibi davranıp bir millet gibi mücadele edip de yanlışlıkla bir millet olduklarına inanabilir ki? Öyleyse onlar bir millettir.)
Bu sadece iddiaların sınanmasıdır. Ve Kosovalılar bu testi geçti. Bu yüzden, bir Kosova milleti vardır ve bir devlete sahip olma hakkı vardır. Çok yaşa Kosova Cumhuriyeti!
Bağımsız Kosova Cumhuriyeti’nin ebesi soykırımcı Milosevic’tir. O, etnik temizliği başarmaya karar verdiğinde ve milyonlarca Kosovalıyı ülkelerinden kovduğunda Sırbistan’ın Kosova’yı yönetme hakkına bir son verdi. O, Thomas Jefferson’un Amerikan Bağımsızlık Deklarasyonu’nda “insanlığın düşüncelerine yeterli saygı”yı ileri sürdüğünde nasıl haklı olduğunu tekrar ispatladı.
Milosevic, aşığı Sharon gibi, insan düşüncesine hürmetsizdi. Onların ikisi de, Stalin’in saygısızca “Papa ne kadar bölgeye sahip?” diye sorduğundaki gibi, yanlıştaydılar. Kosova Cumhuriyeti’nin kurulması Milosevic için bir cezadır. İsrail’in kurulmasının Adolf Hitler’e karşı bir rövanş olması gibi (Onun bedelini Filistinliler ödemiş olsa bile).
İnsanlık vicdanı bu büyük sürgün sebebiyle yaralanıyordu ve bu sefer o, ordulara – en azından hava kuvvetlerine- sahipti. Amerikan hava kuvvetleri Sırbistan’ı bombaladı ve Milosevic’i bu nefret verici operasyonu sonlandırmaya zorladı. Kosovalılar evlerine döndüler ve bağımsızlık sadece bir zaman meselesiydi.
(Birçok arkadaşım ben bombalamayı desteklediğimde şok oldu. Onların zihninde Nato veya Amerikalıların yaptığı her şey kötüydü. Ben onlara soykırıma karşı hassas olduğumu söyledim. Soykırımı tanrı bile emretse [İncil’e göre Amelikalılara, Canaantinlere ve Estler’in zamanındaki Farslılara yapıldı.] ben buna karşıyım. Ben bunun için şeytanın yanında yer almaya hazırım.)
Kosova dersinin bölümleri basittir: İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hiç kimse artık dünyanın vicdanını uyandırmadan / bunu durdurmak için harekete geçirmeden soykırım yapamaz. Bazen bu geç olur, acı verecek kadar geç, ama sonunda seçilen kurban ayakları üzerinde duracak.
İsrail Kosovalıların bağımsızlığını tanımalı mı?
Bu hafta televizyonda Knesset üyesi aşırı sağcı Arieh Eldad ile bir röportaj izledim. Bir an için panikledim: O, Kosova’nın bağımsızlığını destekliyormuş gibi göründü. Ama onun sonraki cümlesi beni rahatlattı. O tanımayı kuvvetlice yadsıdı.
Nereye varırız, diye ileri sürdü. Eğer Kosova bölgesi Sırbistan devletinden ayrılırsa Celile’yi İsrail devletinden ayrılmaktan alıkoyacak nedir? Celile halkının büyük çoğunluğu Arap’tır ve onlar yarın bir Arap – Celile devleti kurmak isteyeceklerdir. Eğer Kosovalılara bunu yapmalarında izin verildiyse niçin İsrail’in içindeki Filistinlilere verilmeyecek ?
Paralellik, tabii ki, saçmadır. Her şeyden evvel Celile’deki Arap vatandaşlar ayrılık rüyası görmediği için. Tersine onlar İsrail’e entegre olmayı ister. Delil: Eldad’ın aşırı sağcı arkadaşı Avidgor Liberman Arapların çoğunluk olduğu bölgelerde serbestliği teklif ettiğinde hiçbir Arap vatandaşı bu fikri desteklemedi. Aksine onlar İsrail vatandaşı olarak kalmak istediler ama eşit haklarla.
Öyleyse kim Kosovalılarla kıyas edilebilir – İsrailliler veya Filistinliler- ? Bu, bakış açısıyla ilgilidir. İsrailliler diyebilir ki, Kosova İsrail’e benzer. O bağımsızlığını yasadışı ilan etti, bizim 1948’de yaptığımız gibi. Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinliler Kosova’ya benzeyenin kendileri olduğunu ve kendi bağımsızlıklarını ilan etme haklarının olduğunu ileri sürebilirler. Vakıa, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün liderlerinden biri, Yaser Abed-Rabbo, zaten bunu söyledi. Yine de, her iki karşılaştırma da yanlıştır. Ne İsrail ne de Filistin gerçekten Kosova’ya benzer.
Ama daha genel bir soru doğar: Ne zaman bir ulusal azınlık ayrılma ve kendi ulusal devletini kurma hakkına sahip olur? Eğer Kosovalılar bu hakka sahipse niçin İspanya’daki Basklar, Fransa’daki Korsikalılar, Çin’deki Tibetliler, Srilanka’daki Tamiller, Türkiye, Irak, İran ve Suriye’deki Kürtler, Kenya’daki Luolar, Sudan’daki Darfurlular sahip değil?
Bu, politik bilim uzmanlarını en iyi ayıran konudur. Gerçek kendi diline sahiptir. Hiçbir örnek bir diğeri ile aynı değildir. Buna kimin sahip olduğunu kimin olmadığını gösterecek standartları yerleştirmeye yönelik karar için uluslararası bir heyet yoktur. Problem pratikte kararlaştırılır: Ne zaman belirli bir halk bağımsızlığı hiçbir bedel ödemeksizin başarmaya zorlanıyor ve ne zaman o, bağımsızlığı için savaşmaya ve kurban vermeye hazırdır ki, onlar bağımsız olma hakkına sahiptir.
Azınlığın başarısı çoğunluğun tavrıyla da ilgilidir. Bir millet ki, içindeki ulusal azınlıkların saygınlığına bir anlaşma yeteceğini bilir ve onları devletin bütünlüğünde tutmak için gerçek eşitlikle donatır. Kanada ve Belçika gibi devletler bunu anladı ve devletlerinin bölünmesini engelledi. Ama ne zaman baskın halk azınlığa yanlış yaklaşırsa – Sırpların Kosova’da yaptığı ve Rusların Çeçenistan’da yapıyor olduğu gibi- onlar bağımsızlığı kuvvet yoluyla başarmaya yönelirler.
O, İsrail’i ziyaret ettiği ve Almanca konuşan dört İsrailliyi özel bir akşam yemeğine davet ettiği zaman, sonra Alman şansölyesi olan, Helmut Kohl ile yaptığım bir sohbeti hatırlıyorum.
İri başbakan onun azıcık yemeğini yiyorken (ve porsiyonların küçüklüğünün onun zayıflamasına hiçbir etkisinin olmadığını protesto ediyorken) biz Bosna Hersek’te yaşananlar hakkında tartışmıştık. Sonra uluslararası dikkatin konusu oldu. Ben görüşümü açıkladım ve ülkenin Bosnalı Sırplar ile Müslüman Boşnaklar arasında bölünmesinden başka bir alternatifin olmadığını söyledim. Hiç kimsenin iki halkın birbirine karşı olmadan yaşamasını sağlayamayacağını söyledim.
“Yeni devletler kuramayız” dedi Kohl, sert bir resmiyetle. “Avrupa’daki sınırlar değiştirilemez” Eğer buna başlarsak sonu gelmez. Alman – Leh veya Alman – Çek sınırları hakkında ne yapağız?
Ben, tüm samimiyetimle, bu düşünce yolunun yanlış olduğunu söylemek istedim. Ama kendimi tuttum. Her şeyden öte, o bir hükümetin başıydı ve bense sadece basit bir barış eylemcisiydim. Ancak, daha sonra, Bosna’yı ziyaret ettiğimde düşüncem daha da kuvvetlendi. Teoride, Bosna “birlik” olarak kalmalıydı ama pratikte orada birbirlerinin varlığından nefret eden iki devlet vardı. Bu haliyle onlar arasında bir ilişki kurmak çok zordur. Pratikte orada iki tane devlet var, resmiyette sadece bir tane olsa bile.
Şimdi Almanya Avrupa’nın sınırlarının değişikliği sürecini kendisi yayıyor. Yeni Kosova’yı tanıyarak.
Yugoslavya dağıldı ve şimdi Sırbistan dağıldı. Kanada’nın ve Belçika’nın birliği kolaylıkla bozulabilir. Kenya kabileler arasında bölünüyor. Dünyadaki birçok yerde azınlıklar kendi milli devletlerinin rüyasını görüyor.
Kolay görülen bir paradoks. Küçük bir devlet, orta ölçekte olsa bile, küreselleşmeye doğru ilerleyen dünyada gerçek bir bağımsızlık elde edemez. Almanya ve Fransa gibi devletler yaşamlarını sürdürebilmek için Avrupa Birliği gibi bölgesel süper devletler olmaya zorlanıyorlar. Fransız ekonomisi ve Alman ordusu Paris ve Berlin’den çok Brüksel’in konusudur. Öyleyse daha küçük devletler yaratmayı anlaşılır kılan nedir?
Cevap milliyetçiliğin gücünü yalanlar. Zira o yükselmiyor tersine zayıflıyor. Bir veya iki yüzyıl evvel Korsika kendini savunamazdı. Güvende olmak için Fransız krallığının bir parçası olmak zorundaydı. Bask anayurdu bağımsız bir ekonomiyi sağlayamazdı ve İspanya gibi daha büyük bir ekonominin parçası olmayı ihtiyaç hissederdi. Ama bugün, kararlar Brüksel’de alınıyorken niçin Korsikalılar ve Basklılar kendi devletlerine sahip değiller ve Avrupa Birliği üyeliğinden ayrılmıyorlar.
Bu tüm dünyadaki vakıadır. Ayrı devletler yeni devletlerin içinde birleşmezler ama tersine varolan devletler milli parçalara ayrılırlar. İsrail ile Filistin’in yarın bir devlet içinde bir birlik olacağına her kim inanıyorsa o gerçek dünyada yaşamıyordur. “İki halk için iki devlet” sloganı bugün her zamankinden daha çok geçerlidir.
Öyleyse İsrail, kendisinin 60.yılı yaklaşırken, Kosova Cumhuriyeti’ni tanıma ve ona iyi dilekler sunmalıdır.
İngilizce’den tercüme eden Gürkan Biçen
Yorumlar