Duyuru

Uzak Değilsiniz

  /   12114   /   28 Ağustos 2014, Perşembe

 Yazdır

     

Raflarımızda  tarihe ait ne varsa, hakikatin üzerine sinmiş tozları silerek, geçmişle yüzleşmeyi başaran ve bir gelecek tasavvuru ile bugünü idrak etme gayretinde olan kardeşlerimizle, sizlerle, aynı dil üzerinde bizleri buluşturan Allah’a hamdolsun.

 

Balkanlar’dan, Türkiye’ye, Türkiye’den Balkanlar’a gelip giden resmi yetkililerin ağzından sıkça duyarız şu sözcükleri; “ortak kültür”, “ortak miras”, “ortak inanç”… Bugün bizlere öğretilen resmi tarih dışında bu ülke topraklarında ve Balkanlarda şüphesiz çok şey değişti. Karşılıklı taltifler ile geçen hükümet temsilcilerinin  görüşmeleri ve yazar çizer kadrosunun kısa süreli turistik ziyaretleri sonucunda ortaya çıkan tespitler de enformasyon anlamında her iki bölge halklarının ahvalini tam olarak yansıtmamaktadır. Tüm ortak değerlerin yanında, resmi ağızların günü birlik hesapları bir tarafa, her iki bölge topraklarındaki insanların birbirine yabancılaşmış olduklarını görmek güç değil.  Tüm bu din, dil, ırk, cinsiyet üzerinden yürütülen yabancılaştırma, öteleştirme politikaları  tutmuş olmalı ki, bugün  bölge halkları ortak geçmişlerinden bihaber olmanın yanında, ekonomik, sosyal ve kültürel olarak, dil ve din anlamında nasıl bir hal içindeler ya da ne tür sorunlar yaşamaktalar bunlardan da habersizdirler.

 

Yeni kuşaklar üzerinde daha belirgin olarak görülen bu birbirine  “yabancı olma” hali ciddi bir sürecin neticesidir. Anadolu’da ulus devlet olma yolunda yürütülen çabalarla başlayan ve bugün Avrupa Birliği üyeliğine erişmeye çalışan omzunu Batı’ya verme hali,  Balkanlar’da tarihin lanetli sayfalarına adları  kazınan katliamların yaşandığı savaşlarla yürütülen bağımsızlık mücadeleleri sonrası yine omzunu Batı’ya dayama hali… Bu, “Güçlünün yanında durursam ayakta kalırım”  tavrı  bizleri, köklerimiz ile bağımızı  keserek, “entegrasyon” adı altında asimilasyon politikalarının kurbanı olmaya götüren bir tablo karşısında bırakmaktadır. Kendilerini “Doğu”ya göre “Batılı” görüp, “Batılı” addetme çabasında olan Türkiye ve Balkan toplumları ne yazık ki “trajikomik” birer vaka olarak durmaktadırlar. Zira Batılı Devletler, Avrupa, onları hiçbir zaman kendileri gibi görmemiştir ve görmeyecektir. Onlar da bilmektedirler ki; bu toplumlar inanç ve kültür anlamında kendileri gibi değillerdir ve olamayacaklardır da. Bu toplumlar onlar için ancak, Doğu hakkındaki planları için birer atlama taşı olabilecek niteliktedirler.

 

Tüm bunların yanında iç ve dış güçlerin bölge halkları üzerindeki hesapları ve bu hesaplar uğrunda harcadıkları ekonomik, sosyal ve kültürel çaba, bu yüz yılda “savaşın” nasıl ve ne şekil de yürütüldüğünü gösteriyor bizlere. Dünya üzerinde hali hazırda işgal altında olan topraklara  baktığımızda, o topraklar üzerinde yaşayan halkın inanç ve kültürüne yönelik tahribatın savaşın ilk adım olarak yürütüldüğünü görüyoruz. O bölge halklarının, yazılı kültürlerinin, tarihlerinin nasıl tahrif edildiğini biliyoruz. Bu süreçte en önemli ve dikkat edilmesi gereken adımlarından birisi de şüphesiz, değiştirme ve dönüştürme çabalarının öncelikle kadınlar üzerinden yürütülüyor olmasıdır. Zira, bir toplumda kadınlar değiştirilip dönüştürüldüğü vakit, o toplumun çocukları, gelecek kuşakları, aileleri de değişmiş olacaktır. Dünya üzerinde doğrudan ya da dolaylı yoldan, resmi, gayri resmi, “hukuk” anlamında kadınlara yönelik  uygulanan özel yaptırımların olduğu ülkeler buna birer örnektir.

 

Ne yazık ki Türkiye –bir adım ilerde- ve Balkan ülkeleri bu zincirin birer halkası olma yolunda ilerlemektedir. Türkiye’de on yıllardır dönem dönem uygulanan ve en son 28 Şubat 1997 Post Modern darbesi  ile de sistematik hale getirilen başörtüsü yasağı bu ülke kadınlarına, erkeklerine, çocuklarına, Müslümanlarına büyük zararlar verdi. Kanun ve yönetmeliklerle uygulanan ve son dönem Anayasa’da başörtüsüne dair nasıl bir ibare olması yönünde tartışmaların yaşanmasının yanında, hakim zihniyet meseleyi, “Kuran’da başörtüsü emri vardır-yoktur” a getirmiştir. Aşlarını, işlerini, eğitim-öğretim haklarını kaybeden kadın ve erkelerden öte,  başörtüsü yasağı şüphesiz bu topraklarda İslam’ın görünen yüzüne yönelik bir saldırı idi. Mesele; Müslüman kadınların onur, şeref ve haysiyeti ile özgürce inancını bu topraklarda yaşayabilmenin kavgası idi.

 “Laiklik” adı altında halkın inanç ve değerlerine müdahale eden yönetimler farklı coğrafyalarda birbirlerini örnek almaktadırlar. Yakın geçmişe kadar başörtüsü yasağını sokağa taşıyan Tunus yönetimi, Türkiye’deki bir takım yasakçı, faşist zihniyetler tarafından da örnek gösterilmekteydi. Ne yazık ki, bir kısım Balkan ülkeleri yöneticilerinin de başörtüsü yasağı konusunda Türkiye’yi örnek aldıklarını görmekteyiz. Bizler Türkiye’de ve dünyanın herhangi bir yerinde Müslümanların inanç ve değerlerine yönelik uygulanan her türlü baskı ve dayatmayı ifşa ederek bunların karşısında durma gayretinde olduk. Bu minvalde Balkanlar’da Müslümanların inanç ve değerlerini rahatça yaşama konusundaki sıkıntıları ve Devlet okullarında kısmen uygulanan başörtüsü yasağına dair gelişmeleri de kaygı ile takip etmekteyiz. “Mümin kadınlar ve Mümin erkeler birbirlerinin velisidir.” buyruğundan da hareketle, siz, Balkan coğrafyasında yaşayan kardeşlerimiz ile, kadını ve erkeği ile İslam’ın ait olduğumuz topraklarda ve İslam inancının yaşandığı herhangi bir dünya ülkesinde rahatça yaşanmasının önündeki engellerin kalkması için seslerimizi birleştirmeyi ümit ediyoruz. Her türlü ırkçı, mezhepçi, ayrıştırıcı söylemi reddederek, karşılıklı bilgi, birikim ve eylemlerimizi ortak bir dil üzerinde birleştirerek Müslümanların birlik ve menfaatine sunmayı diliyoruz. “İslam Dünyası”nın, Müslümanların ortak menfaatlerini, ortak menfaatlerimizi gölgeleyici her türlü yazılı, sözlü ve fiili saldırının karşısında durarak, bizlerin üzerinden bizlere rağmen yürütülen hesapları tersine döndürecek her türlü emek ve çabanın içerisinde yer alacağımızı ifade ediyoruz. Yine birlikte, Müslüman kadınlar üzerinden yürütülen dönüştürme projelerinin karşısında durarak bizden sonraki kuşaklara sabır, direnç ve sebat ile yürütülmüş bir mücadeleyi bırakmayı diliyoruz. Halihazırda zulüm ve işkence altında inleyen Müslümanlara sahip çıkmakla, Kudüs’e, Mescid-i Aksaya, Afganistan’a, Irak’a, sahip çıkmak ile Balkan ve Türkiye topraklarındaki Müslümanların sorunlarına sahip çıkmak arasında bir fark göremiyoruz. Aramıza serpilmiş nifak tohumlarını kurutacak şekilde seslerimizi ve güçlerimizi küresel bir gayrete dönüştürme niyeti ile seslenirken, tüm kardeşlerimizi Allah’ın selamı ile selamlıyoruz...

  

Yorumlar