Duyuru

Dün neydik, bugün neyiz?

  /   5511   /   28 Ağustos 2014, Perşembe

 Yazdır

  

Makedonya’da biz Müslümanlar aramızda neyiz? Müslüman Müslüman’ın kardeşi olduğuna göre kardeşiz…

Bu kardeşliğin olduğu günleri yaşayanım. Bu günlere gölgenin düşürülmeye başlamasını görenim… Bu kardeşliği inkâr edenleri okuyanım… Bu kardeşliğe karşı gelenlere şaşan biri olduğum gibi!

“Şüphesiz müminler birbiri ile kardeştirler; öyle ise dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltin; Allah'tan sakının ki size acısın.” (Kur’an-ı Kerim, Hucurat suresi, ayet 10, Bekir Sadak)


Buna rağmen müminlerin birbirlerinin kardeş olduklarını inkâr edenleri görmemek mümkün değildir. İlahiyatçı değilim. Sizler gibi Müslüman’ım sadece. Günümüzde Müslümanlık denen insani zenginliği bir millete bağlamak doğru değildir derim.

İnançlar arasında değişik siyasi oyunlara gelen ve aydın kesilenlerin sayısı az değildir yaşadığımız bu durumlarda. Bu da milletlere göre değişir.

‘İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına’ atasözümüzü kullanmakla bende Türklüğümü görenler olacaktır. Onlar haklıdır. Bu dilde en iyi anlatabiliyorum kendimi. Ancak Türkçülüğümü görmek isteyenler yanlıştırlar. Çünkü her zaman ve her yerde ‘Müslüman Türküm” dedim ve demeye devam edenim.

Osmanlının şanlı görevlerinden biri olan İslam dinini yaymak önce Osmanlı Türkünde varmış. Oysa bu kutlu görevi yapan Osmanlı, geliştiği müddetçe Osmanlıyım diyen milletler topluluğu oluşmuş. Buna göre Osmanlı çok milletli bir devletmiş. Bazıları imparatorluk diyor. Ben bu kavramın kullanılmasından yana değilim. İmparatorluklar işgalcidir. Osmanlı her fethettiği yerde o yeri bir başka hale sokmuş. Bir başka görünüm vermiştir. Kültürel kalkındırmıştır o yerleri. Köprü, han, hamam kısaca külliyeleri ve diğer kültür değerlerini inşa etmiş bir kuvvettir. Her uğradığı yeri kalkındırmıştır. O zaman onu imparatorluk olarak görmek doğru olmaz kanısındayım. Buradan giderek tekrarlayayım: Osmanlı bir devletmiş. O kendini dahi öyle adlandırmış. Ama bugünkü devletler kadar değil… Hadi gene kendimizden gidelim: Makedonya kadar, Arnavutluk kadar, Kosova kadar bir devlet değilmiş. O büyük bir devletmiş (Devlet-i Aliye!). Bir devletin diğer devletlere etkisi onun büyüklüğü kadardır. Bu mantıktan hareketle millet kavramında dahi etkisi olan bir devlet olması da kaçınılmaz olmuştur. Değişik milletlerde “Türklük” ve İslam gündelik hayatta eşdeğer bir anlam kazanmıştır. O kavram yüzyıllar boyu sürmüş gelişmiş, Kurtuluş savaşı sırasında da Müslümanlık-Türklük anlamı devam ede durmuş

Bunu bir metinde gözden kaçırmak mümkün değildir:

“…Mir Qemali na u ngrit në kom,

Kush osht turk me din me imon-e

Çeksaj rendi ka me u ngrit në kome

Heu, sot t’hakatje për vatone, ej... "( Anonim)

( “İyi ki Kemal ayaklandırdı bizi,

Türk olan herkese, diniyle imanıyla

Ayağa kalkıp baş kaldırma zamanı,

Hey, yurt uğruna çaba sunmanın anı…” - Türkçesi: Prof. Dr. N. Hafız, K. Kitsa, A. Engüllü)

Bir örnekle kalmayayım Meslektaşım Arnavut şairi Mustafa Spahiu’dan aldığım bir örnektir. Bu dörtlüğü annesinden dinlemiş:

‘Rnoftë Mustafa Qemal Pasha

Me m’ja e me vjetë.

I punoftë krejtë m’let’.

N'gur' e dru e bjeshkë t'shkretë.’ (Fahriye Spahiu, 1912-1980 Gilan,)

(Yaşasın Mustafa Kemal Paşa

Binlerce yıl yaşasın o.

İşgüzar olsun milletin,

Taş ağaç çatlasa şu kara dağda. - Türkçesi: M. Spahiu, A.Engüllü)

Arnavutlar ve diğer Müslümanlar Osmanlıda olduğu gibi çocukluğuma kadar kendilerine “Elhamdülillah Türküm” demekle İslam’ın yayılmasında Türklerin hizmetini kabulleniyorlardı.

Sonradan başka tarafların etkisi oluşmuş. Yeni anlayışlar gelmiş… Var olan bu kardeşliğe gölge olanlar, o kardeşliğe hız kazanmıştır. Zira bu belirtiler Osmanlı döneminden Batının oyunu olarak çıkmıştır.

Arnavutlukta Enver Hoca diktatörlüğü döneminde ve özellikle 1974 yılından sonra Kosova’ya gelen kadrolar Priştine Üniversitesi ekolünün oluşmasına yol açtılar. Anılan üniversite bugün Arnavutların İslam’la müşerref olmalarını geri kalmışlık sayan aydınları yetiştiren bir merkez oldu. Kosova’da Priştine Üniversitesinin kurulmasıyla orada eğitim gören Batı Makedonyalı Arnavut gençlerden etkileyici bir kesim haliyle öyle oldular… Zira bu fikir evveliyatı olan bir belirtinin devamıdır. Onlar böyle düşünmekle millet olarak (a)rnavutluğu dine dönüştüren “dinimiz (a)rnavutluktur bizim” (“feja jone eshte shqiptaria”) parolaları zaman içinde ortaya atmaya başladılar. Son dönemde onlar iyice yer tutar.

Arnavutluk tarihçisi Olsi Jazexhi “…Arnavut milliyetçiliğinin Hıristiyan temellerde yükseltilme çabasının farkında olduğunu…” söylemiş ve bunu örnekleriyle açıklamıştı. Buradan onun evveliyatı ve nereden kaynaklandığı anlaşılır. Bu konuda onunla hemfikir olunmasına bir neden yoktur.

Başka bir yazısında şunları okuyoruz:

“… Birçok araştırmacı tarafından (Fatos Lubonja, Nathalie Clayer, Hysamedin Feraj, Egin Ceka vs) söylendiği gibi İskender Bey efsanesi değişik gruplar tarafından değişik amaçlarla kullanılmıştır. Önce bir Hıristiyan savaşçısı, sonra Naim Frasheri tarafından bir Bektaşîlik sembolü, milliyetçiler tarafından Türk karşıtı duyguları oluşturmak için bir araç, komünistler tarafından değişik kabuklar giydirilerek Enverizm’in bir elemanı olarak kullanılmış ve sonunda, Güneydoğu Avrupa’da Komünizm’in düşüşüyle, Kosova ve Makedonya’da milliyetçilik hareketinin bir sembolü olarak kullanılmaya başlanmıştır. (Olsi Jazexhi, İskender Bey’in Kılıcı ve Hz. İbrahim, Müslüman Arnavutluk, 23 Mart 2010)

Hysamedin Feraj 1990’lı yıllarda Üsküp’e konuk oldu. Onun o konukluğunda düzenlediği bir konferansında “On noktada Osmanlı ve Arnavut ilişkileri” konferansını dinlemek imkânım vardı. Onun, orada akademisyen Ali Aliu ile çekişmesine şahit oldum. Osmanlı-Arnavut ilişkilerini gayet gerçekçi anlatan H. Ferayla olan düellosunda konuk tarihçiye tarihi bilmediğini söyleyen A. Aliu, konuktan gayet tersleyici cevap aldıktan sonra 300 kişinin dinlediği bu olayda yerine oturmak zorunda kaldı. Neden? Çünkü A. Aliu sorusunda Arnavutluk ve Kosova’da görünen Enverci düşünceyle çıkış yapmıştı. (Konferans anılan yıllarda bir yerde bugünkü Arnavut Tiyatrosunda, doğrusu o zamanın Arnavut Türk Tiyatrosu salonunda düzenlendi.)

1960’lı yılların ortasına kadar Makedonya’da Türkleri potansiyel tehlike gören Makedonların karşısında her Müslüman Türk’tü. Bu dönem sonrası Arnavut nüfusun artmasını kendi millet ve devletleri doğrultusunda potansiyel tehlike olduklarını görmeye başlayan Makedonlar karşısında her Müslüman, Arnavut görülmeye başladı. Makedonların tutumları bir yandan, öte yandan Kosova üzerinden gelen anlayış, Arnavutlara karşı uygulanan baskılar Arnavutlar arasında rahatsızlık yarattı… Burada konuyu daha derinden işlediğimizde muhtemelen yeni bir tehlikeyi engellemek için Sırpçıların etkisinde kalan Makedonlar bir başka yola gittiler. Dönemin siyasetçisi Lazar Moysov’u bu yolda konuşturmak için bir Türkü alet edinerek, 1970’ li kuşak Türk gençlerini kavmiyetçilikle (oku: milliyetçilikle) suçladı (o yıla ait Makedonca “Komünist” gazetelerine bakınız!).

Bugün Üsküp’te İskender Bey anıtı normal boyutlarda dururken, Makedonya merkezinde görkemli bir heykel olacak Makedonlu İskender belirmektedir.

Heykeller diyarına dönüşen Üsküp’e ait bir hiciv örneğinde durumu şöyle açıklamaktayım:

“…bir yanda bir iskender

diğer yanda biri daha

kılıç sallamakta

neredeyse gidecek kelleler (A.Engüllü: hey…keller.)

Antik döneminden olan Makedonlu İskender için ne anlatsam. Makedonlara hangi yönüyle bağlı? Üsküp’te antik dönem mimarisi Makedonlarda görülen biçim midir?

Diğer İskender konusunda şu ifade var: “İskender Bey efsanesinin yaratılması yüz yıl önce oldu. Arnavutluk’un bir devlet olması için böyle bir efsaneye ihtiyaç vardı ve İskender Bey bunun için idealdi. İskender Bey’in zamanı Arnavutlara Ortaçağ devletini hatırlatıyordu. İskender Bey Osmanlı Devleti’ne karşı savaştı; ‘Avrupa’nın koruyucusu’ gibi bir İskender Bey efsanesi Avrupa’nın merkezlerinde Arnavut devletinin hakları için aranabilir hale geldi. Bir şekilde devlet İskender Bey’in yeniden doğuş efsanesini Avrupalı yeniden doğuş yazarlarından aldı.” (Enis Sulstarova, İskender Bey Efsanesi Sorgulanmalı mı?, Shqip Gazetesi, 8 Aralık 2008)

Arnavutlukta bugünkü durumu açıklayan cümleler: “Elbasan’da nüfusun % 90’ı Müslümanlardan, % 10’u ise Ortodoks Ulahlardan oluşuyor. Buna rağmen, şehre hâkim tepelerden birinde birkaç metre yüksekliğinde bir haçın dikili olduğunu görüyoruz… Zira tüm Arnavutluk’ta olduğu gibi burada da Müslümanların politik gücü ve temsil düzeyi çok zayıftır. Müslümanların haklarını korumak için yaptıkları hemen her şey bir anda linç kampanyasına çevrilebiliyor.’ (Av. Gürkan Biçen, Balkan Notları-Arnavutluk, Anadolu’da Vakit Gazetesi, 11 – 13 Kasım 2007) Makedonya’da onun bir Hıristiyan devleti olduğunu göstermek arzusu küçük mü? Örnekleri az mı? Üsküp’te Vodna dağının tepesinde ki haç size neyi anlatıyor? Saat kuleler üstündeki haçlar size neyi konuşuyorlar? Buna bağlı olarak birçok soru daha sorabilirim.

Balkanlarda Müslümanların yaşadıkları devletlerde bir şeyler olageliyor:

“Balkanlar’da Türkiye’den sonra en çok Türk nüfusunu barındıran ülke olan Bulgaristan’da 30 Haziran 1995 tarihi itibariyle Din İşleri Kurulu’na kayıtlı toplulukların sayısı 30’dur. Bunların 5 tanesi bilinen Bulgar Ortodoks Kilisesi, Müslümanlar’ın Dinî Teşkilâtı, Katolik Kilisesi, Ermeni Ortodoks Kilisesi ve Yahudi Hahamlığı’dır. Kalanların hemen tamamını ise Methodistlik’ten Evangelistlik’e, Mormonlar’dan Luthercilik’e kadar uzanan ve genel olarak “Protestanlık” ortak ismi altında toplanabilecek Hıristiyan misyonerlik teşkilâtlarına ait kiliseler ve küçük topluluklar teşkil eder. Bu listeye yasal olarak faaliyet gösterenlerin yanısıra, izinsiz olarak çalışan misyonerlik teşkilâtlarını da ilave etmek gerekir ki, bunların başında Yehova Şahitleri gelmektedir. Bulgaristan hükümetine “resmî bir dîn” olarak kabul ve tescil edilmeleri için yaptıkları başvurularının reddedilmesi üzerine, Yehova Şahitleri şirket şeklinde faaliyetlerini sürdürmektedir. Bulgaristan’da 2 bin civarında mensuplarının bulunduğu tahmin edilmektedir. (Yard. Doç. Dr. Ömer Turan, Avrasya Coğrafyasında Misyonerlik Faaliyetleri / Dinsel ve Mezhepsel Çatışmalar, TURKSAM.org.tr, Türkiye Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi, 4 Mart 2005)

Bu, balkanların bir ülkesinden sergilenen durumdur. Makedonya’da da durum farksızdır. Misyonerler har vurup harman savuruyorlar. Geçenlerde Yehova Şahitlerinin propagandasını yapan gayet hoş tavırlı güzel bir kız ve yakışıklı bir delikanlı evime uğradılar. Genelde dışarıda olduğum için ikişer kişilik bu grupları ava çıkmış olarak fark ediyorum. Çoğunluğu Müslümanların oluşturdu semtte hem de… Onlar Arnavut, Türk ve çingeneler arasında özellikle etkinliklerini sürdürmektedirler.

Dilerseniz yeniden bugünüyle Kosova’ya dönelim:

“Bağımsızlığını yeni kazanan Kosova’nın başkenti Priştine’deki en önemli meydanın adı da, Rahibe Teresa Meydanı’dır. Avrupa fonlarından destek alarak bölgede açık örtülü misyonerlik yapan, Hıristiyanlaştırma faaliyetlerinde bulunan çok sayıda kesim ve grup bulunmaktadır. Batı verdiği destek ve yaptığı yardımların karşılığında buralara kültürünü ihraç etmektedir. Yeni kurulan bu devletlerin yapılarına müdahale etmekte, Hıristiyan unsurları devlet aygıtının etkin noktalarına yerleştirmektedir. (Mahmut Karaköseli, Kosova’nın Bağımsızlığı veya Etkisizleştirilen Arnavutlar, Stratejik Boyut, 19 Şubat 2009)

Günümüz Arnavutluğu, Kosovası ve Makedonyası birbirine benzer durumların içindedir. Yaşanan “Küreselleşme, çeşitliliği ve çok kültürlülüğü benimser, fakat buna rağmen bugün Katolik putları olan İskenderbeg ve Rahibe Teresa belirmektedir.” (Olsi Jazexhi, “Mbi regjistrimin e popullsisë; apo Elona e Eminesë që u bë Eleni, Nüfus sayımları ya da Eleni olan Elona ile Emine üstüne, 12 Mart 2011)

90. yılını kutlayan İstiklal marşı şairi Mehmet Akifin Arnavut olduğunu bilmeyen yoktur…

Bunu benden duyunuz, ben ki evet Arnavudum...
Başka bir şey diyemem... işte perişan yurdum...
(Safahat, Hakkın Sesleri, 6 Mart 1913, 3. şiir)

Kur'an tercümesi, o günün şartlarında çok iyi bir ücret karşılığı, Mehmet Akif'e verilir. Fakat o, sözleşme yaptığı halde, bundan  daha sonra rica ederek vazgeçer.


İstiklal Marşı için konan ve o gün için çok iyi para olan 500 lirayı da ‘onu milletim yazdı’ diyerek,  almayan M. Akif kavmiyetçi değil milliyetçiydi.

Burada kendimin milliyetçi olarak kullandığım kavram Mehmet Akifin kullandığı ‘kavmiyetçiliğe’ eş değerdedir.

Baba tarafından İpek’li Arnavut, ana tarafından Buharalı Türk olan M. Akifi kavmiyetçi olarak göstermek isteyenlerin sayısı az değildir. “ ‘Irk’, ‘Millet’ ve ‘kavim’ kelimelerinin anlamını bilmeyenler -ve hatta onu en iyi tanıdığını söyleyenler bile- bir bakıyorsunuz Akif'i ‘milliyetçilik’ten kavmiyetçiliğe götürüyorlar… Buna kanıt olarak da ‘Irkıma yok, İzmihlal’ cümlesini gösteriyorlar… Oysa Akif, Kur'an-ı tercüme edecek derecede Arapçaya vakıf bir insan... Her üçü de Arapça kökenli olan ‘Irk’, ‘millet’ ve ‘kavim’ kelimelerinin farkını bilmemesi; bilmeden yazı ve şiirlerinde kullanması mümkün müdür… ‘Irk’, ‘Millet’ ve ‘kavim’ kelimelerinin anlamını bilmeyenler bence şu mısraları çağrıştırırcasına:


"Bir zamanlar biz de millet; hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyaya; milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız tâ sinesinden zulmetin."


diye haykırarak Millet bütünlüğünü savunan Akif'i "Kavmiyetçi" gibi gösterme garabetine düşüyorlardı… Safahat’ın tümünde kavmiyetçiliğe karşı çıkmış olan Akif, hiç kavmiyetçi olmadı; hep Müslüman kaldı ve ebediyete bu mukaddes Millet’in muttaki bir mütefekkiri olarak göçtü… (Selami Çekmegil, Server Vakfı, "Çarşamba Sohbetleri", 9.3.2011 y.)

Konuyu toparlayayım.


Balkanlarda Müslümanlar arasında Üsküp depreminden sonra uzun bir dönem, özellikle son yirmi yıldaysa “tusunami” hala yaşanıyor.

Bir yazımda insanların birbirlerini tanımaları ve sevmelerini örnekleyen metinden çok daha yerinde olanını vermeye çalışacağım. Müslüman Arnavutların yatmazdan önce annelerinden öğrendikleri şiirsel ve kendi dillerinde tekerlemeye benzeyen özellikle çocuklarına alıştırdıkları bir dua vardır:

Krah djatdh rafsha

krah djadht u çhofsha.

Vorit tem

selam i chofsha.

Vori jem ësht xhennetli,

une vetën turk e di.

Turk e di, me din İslam,

dy melaçe në krah i kam.

(Derleyen: Seyhan Yakupi)


Sağ yanıma yatayım

Sağ yanıma uyanayım,

Selam olsun

Kabrime

Kabrim benim cennetli

Türk bilirim kendimi

Türküm, dinim İslam’dır

Sağımda iki melek vardır...

(Türkçesi: S.Yakupi- A.Engüllü)

Üsküplü Türklerin söyledikleri neredeyse aynıdır:

Yattım sağıma

Döndüm soluma

Yetmiş bin melek

Şahidim olsun

Dinime imanıma

(Kalkarsam elhamdülillah

Kalkmazsam Eşhedu en lâ ilâhe illallah

ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve resûluh)

Bu bizim küçüklüğümüzden kardeş olduğumuzu göstermeye yeterli değil mi? Bunu unuttuk mu yoksa? Annelerimiz bunu bize öğretmedi mi? Biz büyüdük de ne olduk?

* * *

Not: Genç Makedonyalılar’a neden yazıyorum, diye soranlar oluyor. Nedeni de şu: Bu sayfa bana göre Makedonya’da Türklerin canlı fotografıdır. Her görüşten gerçekten değerli kardeşlerim var. Partililer var. Partisizler… Değişik düşünenler var…

Esfer Alinin ricasıyla katıldım. Editör oydu. Genişliği olan bir gencimizdir. Editörlüğü bir başkasına verdi. Yeni gelen Veysel Saraç Türk Demokratik Birliği’nin kurulmasından önce tanıştığım dostumun oğlu, değerli dostum Balkan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüner Şencan’ın talebesidir. Değişik düşünüp de bir yerde olabilme ruhunu E. Ali’yle yakalamış olan Genç Makedonyalılar sayfası ve grubu aynı anlayış içinde V. Saraçla devam etmektedir. Dilerim daha çok yaşayabilsin!

Evet! Sayfanın en genci benim. Onlar sayesinde ihtiyar halimle genç olmayı becerebiliyorum.

Değişik düşüncelerle yaşamalarında benimle birlikte okurlarını destek bilsinler.

  

Yorumlar