Duyuru

Suriye mi, İran mı?

  /   3700   /   28 Ağustos 2014, Perşembe

 Yazdır

  


Ayhan Demir – Yeni Akit

ayhan_demir@hotmail.com

Hafız Esed’in emriyle, otuz yıl evvel, Hama şehrinde gerçekleştirilen operasyon katliamla neticelenmişti. Rahmetli Cahit Zarifoğlu’na “O sabah ezan sesi gelmedi camimizden / Korktum bütün insanlar, bütün insanlık adına” mısralarını kaleme aldıran, Şubat 1982’deki Hama katliamında on binden fazla insan katledildi.

Hama katliamının üzerinden otuz yıl geçti. Ancak Suriye cephesinde değişen bir şey yok. Beşar Esed’e bağlı askeri kuvvetlerin, Mevlit Kandili gecesi, Hama ve Humus kentlerinde gerçekleştirdiği operasyonlar neticesinde, yüzlerce sivil hayatını kaybetti. Ancak gelen rakamlar sürekli değişkenlik gösteriyor. Bilgi akışı hiç de sağlıklı değil. (Yetişmiş, muteber kaynaklarınız yoksa başkalarının taşlı pirinçlerini ayıklamak zorunda kalıyorsunuz.)

Her ne kadar bilgi akışı sağlıklı olmasa da, Hama katliamının üzerinden geçen otuz yıla rağmen, Suriye cephesinde değişen bir şey olmadığını işaret ediyor. Fakat Türkiye’deki İslamcılarım her iki katliama verdikleri tepkilerde önemli farklılıklar var. Otuz yıl önce gerçekleştirilen Hama katliamını ortak ve gür bir ses ile kınayan Türkiye İslamcıları, bugün tam bir siyasi kırılma yaşıyor.

Bir grup, İran’a yaptırım uygulanmasına ve NATO müdahalesine karşı Taksim’de toplanma çağrısı yaparken; diğer bir grup, Baas’ın Suriye uzantısı tarafından gerçekleştirilen katliamları kınamak için Teşvikiye’deki Suriye İstanbul Konsolosluğu önünde toplanma çağrısı yapıyordu.

Birinci grupta yer alan insanlar, “Suriye’ye komplo kurulduğunu, Batı ve NATO güçleri tarafından bu ülkeye müdahale gerçekleştirileceğini” söylüyorlar. “İran’a saldırının bir ayağı olarak Suriye’de rejim değişikliği istendiğini, Suriye’nin düşmesiyle birlikte asıl hedef olan İran’a saldırılacağını” öngörüyorlar.

İkinci grupta yer alan insanlar ise, Suriye’deki Baas rejiminin, Müslümanlara zulmettiğini, Hama’nın daha önce de bombalandığını ve binlerce insanın hayatına kast edildiğini” söylüyorlar. “Bugün, Suriye’de olan bitenlerin geçmişin bir tekrarından başka bir şey olmadığının” altını çiziyorlar.

İran’a destek vermek için Taksim’de toplananlar ile Suriye’deki zulmü kınamak için Teşvikye’de toplananlar, temelde aynı görüşlere sahipler. Görüşlerini aynı referanslar üzerine inşa ediyorlar. Fakat Ortadoğu meselesinde, karşı karşıya geldiler. İnançları ve referansları örtüşen iki grubun, farklı meydanlarda karşılıklı duruş sergilemeleri anlaşılabilir bir şey değil.

Tek tek ele alındığında, her iki tarafın argümanları da kabul edilebilir. Elbette, Suriye’ye yönelik her hamlenin ardında, İran’a yönelik bir yaptırım ve müdahale niyeti saklıdır. Ancak bizler, İran’a karşı bir operasyon gerçekleştirilmesini istemediğimiz kadar, Suriye’deki Baas rejiminin, halka zulmetmesini de karşı olmak durumundayız.

Nasıl olur da, aynı niyet üzerine inşa edilen iki görüş, birbirinin öteleyeni olabilir? Nasıl olur da Suriye halkına sahip çıkarak, İran halkı gözden çıkarılmış olur? Nasıl olur da, İran halkına sahip çıkmak adına, Suriye halkı gözden çıkarılabilir? “Batı Esed’i sevmiyor. Suriye üzerinden açılacak bir gedik İran’a kadar uzanabilir” varsayımıyla, Suriye’de ölen insanları nasıl yok sayabiliriz?

Fotoğrafın bir tarafıyla ilgilenirken, diğer tarafını ihmal edemeyiz. Ne Suriye’nin bir -Batı ya da NATO müdahalesiyle işgal edilmesine, ne de Suriye halkının zulme uğramasına razı gösterebiliriz. Suriye ve İran meselesinde tek başına Suriye’den ya da tek başına İran’dan yana olmak zorunda değiliz. Hiç kimse bizi Suriye ya da İran’dan birine seçmeye zorlayamaz. Suriye ve İran halklarının birlikte var olmaya devam edeceği üçüncü bir seçenek mümkün. Ve biz bu üçüncü seçeneği savunmak zorundayız.

Suriye’de yaşananlar, çoktan siyasi boyutu aşmış durumda. Siyasi görüşlerimiz değişebilir ama dünya üzerindeki herhangi bir topluluğa uygulanan zulme vereceğimiz tepki değişmemeli. Dün Baas rejimiyle kol kola gezerken, bugün düşman olanları ve Suriye’deki Baas zulmünü aynı anda kınayabiliriz. İran’a yaptırım ve müdahaleye karşı olmamız, Suriye’deki Baas zulmüne destek vermeyi, en yumuşak ifadesiyle, görmezden gelmeyi gerektirmiyor. Eli kanlı katillerden oluşan Baas rejimi,  bir an önce iktidardan çekilmeli ve yönetimi Suriye halkına bırakmalı. Aksini düşünmek, bırakın Müslümanlığı, insanlığımızın sorgulanmasına sebep olacaktır.

Bugün gelinen noktada üzerinde kafa yorulması gereken asıl soru şu dur: Nasıl bir duruş ve bakış sergilersek, İran ve Suriye’de yaşayan, Şiiler, Sünniler ve diğer tüm halkların var olma hakkını aynı anda muhafaza edebiliriz? Bu sorunun cevabı, aynı zamanda, Türkiye’nin varlığını devam ettirip ettirmeyeceğini de belirleyebilir.

YENİ AKİT GAZETESİ

  

Yorumlar