Duyuru

Hepimiz, Allah’a doğru yürüyoruz

Röportajlar

  /   962   /   28 Ağustos 2014, Perşembe

 Yazdır

  

 

Gazetemiz yazarlarından Ayhan Demir, Bosna-Hersek’in Tuzla şehri yakınlarındaki Banoviç kasabasından, yürüyerek Hacc yoluna düşen Boşnak Senad Haciç ile bu kutlu yolculuğu konuştu.

Fotoğraflar: Edvin Kanka Çudiç

Bu kutsal yolculuğa çıkma kararını ne zaman ve nasıl aldınız?

Yıllarca, Hacc ibadetini gerçekleştirmeyi düşündüm. İslam’ın beşinci şartını yerine getirmek için yıllardır hayal kuruyorum. Bu ibadeti gerçekleştirmek üzere, Bosna’dan Mekke’ye gitmek için, uçak ya da otobüse verecek param hiç olmadı. Son iki senedir, Hacc ibadetini gerçekleştirmek için, Mekke’ye yürüyerek gitmeyi düşünüyordum.

Her işte olduğu gibi, bu yolculukta da önemli olan niyet etmekti. Ben bu işe niyet ettikten sonra artık geri dönmem söz konusu olamazdı. 2011 yılının Aralık ayında bu kutsal yolculuğa çıkmaya karar verdim. Gideceğim güzergâhı kendim çizdim. Üç kez yol güzergâhı değiştirdim. Allah’a şükürler olsun ki, İstanbul’a kadar gelebildim.

 

Yolculuğunuzun başlangıç noktası neresiydi?

Benim hayatımda hiçbir zaman lüks yaşam ihtirasım olmadı. Lüks arabalarda ve otellerde, uçaklarda, çok parada gözüm olmadı. Bu yola çıkarken, parlamento ya da NATO binası meşhur bir yeri tercih edebilirdim. Fakat bunun yerine benim yetişmemde çok büyük pay sahibi olan anne ve babamın mezarlarının başında dua edip, yola koyulmayı tercih ettim. Bosna-Hersek’in Tuzla şehrine 40 kilometre mesafedeki Banoviç kasabasından, 10 Aralık 2011 günü yola çıktım.

 

Bu yolculukla vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Maddi yönden sıkıntılarımın olduğundan, kutsal topraklara yürüyerek gidiyorum. Böylece insanlara örnek olmak istiyorum. Bu yolculuk esnasında ne kalacak bir yerim ve arabam, ne de param var. Buna rağmen ben mutlu ve huzurluyum. Londra, Paris ve NewYork gibi şehirlerde lüks içerisinde yaşayan insanların birçoğu mutsuz ve depresyondalar. Bu sebeple kendimi çok bahtlı hissediyorum. Savaşları, katliamları protesto ediyorum. Nerede bir insanın canı yanıyorsa bunun engellenmesini istiyorum.

 

Şu ana kadar hangi ülkelerden geçtiniz?

Doğrusunu isterseniz ben de kendi kendime şaşırıyorum. Bazıları, Sırbistan ya da Bulgaristan’da bir yerlerde yorgunluktan bitap düşeceğimi söylüyorlardı. Allah’a şükürler olsun ki, şuana kadar, onlar yanıldılar. 65 gün gibi bir sürede bin 600 kilometre gibi bir yolu geride bırakabildim. Bosnayı geçtim, Sırbistan’ı geçtim. Ve Bulgaristan’ı, eksi 27 derecede, 22 günde geçtim. Sonunda çok sevdiğim ve saygı duyduğum Türkiye’ye ulaştım.

 

Yolculuğunuzun bu aşamasına kadar yaşadığınız ilginç şeyler oldu mu?

Bu soruyu sorduğunuz için özellikle teşekkür etmek istiyorum. Çünkü yarın bir gün bu yolculuğu tamamlayamadan ölürsem, bu yaşadıklarımı anlatacak kimse olmayacak. Sırbistan ve Bulgaristan’da ıssız yerlerden geçerken, defalarca köpeklerin saldırısına uğradım. Bu köpeklerden kaçmak yerine, onlara yaklaşıp, İhlâs suresini okudum. Çünkü Allah, nasıl beni yarattıysa, onları da yarattı. Aynı anda bu köpekler benden uzaklaştılar. Beni takip eden köpeklere bir parça ekmek ya da çikolata verdim. Bu köpekler, beni 20-30 kilometre takip edip, sonrasında geri döndüler. Buna karşılık ben her gün 50-55 kilometre yürüyorum.

Sırbistan’dan geçerken, yağmura yakalandım. Çantamda naylona sardığım Kur’an-ı Kerim vardı. Ellerimi kaldırıp, Kur’an’a bir şey olmaması için Allah’a (c.c) yalvardım. Benim ıslanmam önemli değildi. Yeter ki, Kur’an-ı Kerim’e bir şey olmasın istedim. Allah’ şükürler olsun, yağmur kısa süre sürdü ve Kur’an-ı Kerim ıslanmadı. Bunlar Allah’ın bana yardımıdır.

 

Geçtiğiniz ülkelerdeki hakların tepkisi nasıl oldu?

Hıristiyan bir ülke olan Bulgaristan’da, bir Müslüman olarak benim, Mekke ve Beytullah’a ulaşmak istediğimi öğrendiklerinde bana sarılıp, tebrik edenler oldu. Bana iyi niyet dileklerini ilettiler, Allah’ın (c.c) beni sağ salim Kâbe’ye ulaştırması için dua ettiler. Hatta birkaç Bulgar, sağ salim Kâbe’ye ulaşırsam, kendileri ve aileleri için dua etmemi rica ettiler.

Sırbistan’dakiler için ise, ben bir mucize ya da fenomen gibi bir şeydim. Onlar, kendi içlerinden böyle bir yolculuğu göze alacak birisi çıkmadığı ve çıkmayacağı için çok üzgündüler. Sırbistan’ın bazı şehirlerindeki Sırplar, Hıristiyan olmalarına rağmen, beni parasız konaklamam için davet ettiler. Birçok kişi bana, yemek, elma ve armut ikram etti. Benim bu kutsal yolculuğuma büyük bir saygı duydular. Bu bana hiç de garip gelmedi. Çünkü eğer yanlış hatırlamıyorsam, Peygamber Efendimiz (s.a.v) Taif’te kâfirler tarafından taşlandığında, O’nun yaralarını, Yahudi bir hekim tedavi etmişti.

Bulgaristan sınırındaki polislerle yaşadığınız ilginç bir olay olduğunu duymuştuk. Bundan bahsedebilir misiniz?

Yolculuğum esnasında sınır kapılarında ve gümrüklerdeki bütün işlemlerin resmi olmasını istiyordum. Kapıkule Sınır Kapısı’na ulaştığımda, Bulgaristan Polisi, yaklaşık bir saat boyunca pasaportumu inceledi. Bulgaristan Sınırındaki ikinci kontrol noktasında da yarım saate yakın bekletildim. Tam üç sefer tepeden tırnağa arandım. Sanırım, onlar için biraz şüpheli biriydim. Eksi 27 dereceye ulaşan soğukta, 22 gün gibi kısa bir sürede, Bulgaristan’ı bir uçtan bir uca yürüdüğüme inanmak istemediler. Ancak ne üzerimde yasak bir şey, ne de söylediklerimi yalanlayan bir delil bulabildiler. En sonunda benden özür dileyip, bana sarıldılar.

Türkiye’ye ulaştığınızda neler hissettiniz?

Türkiye'yi ziyaret etmek benim için çok önemli. Çünkü dedelerim Anadolu'dan gelerek, Bosna-Hersek'e yerleşmişler. Dedelerimin geldikleri topraklara ulaşmanın heyecanını yaşıyorum. Bu sebeple, Bulgaristan’dan Türkiye’ye koşarak geçtim. O gün tam 55 kilometre yol yürümüştüm. Otuz civarında Türk gazeteci, Kapıkule Sınır Kapısı’nda beni bekliyordu. Bütün gazeteciler fotoğrafımı çekmeye çalışıyordu. Kimse bana nasıl olduğumu sormadı. Kimse bana bir bardak su uzatmadı. Neredeyse tüm gün boyunca su içmemiştim. Bu durum beni fazlasıyla rahatsız etti. Sırt çantamı fırlatıp attım. Yere kapandım, Türk toprağını öptüm ve Allah’a şükrettim. Ardından görevli memurlardan bir tanesi, özür dileyerek, bana bir bardak su uzattı.

 

Kapıkule Sınır Kapısı’nda büyük bir talihsizlik yaşamışsınız. Peki, daha sonrasında Türk insanın size karşı ilgisi nasıl?

Tüm samimiyetimle söylüyorum ki, hepimiz Allah’a doğru yürüyoruz. İstanbul’a kadar, bir Allah’ın kulu bedava bir bardak su vermedi. İstanbul’a 50 kilometre kala, bir lokantaya girdim. Bosna’dan geldiğimi ve yürüyerek Hacc yoluna düştüğümü söyledim. Gazetedeki haberleri gösterip, bir tas çorba ve kahve istedim. Cebimden parayı çıkarıp gösterene kadar beni buyur etmediler. Ancak parayı gösterince, “hoş geldin” dediler ve ikramda bulundular. Ben Türklerin, benim Türkleri sevdiğim kadar, beni sevmelerini beklerdim. (Cebinden bir anahtarlık çıkarıyor.) Benim cebimdeki anahtarlık, kırmızı zemin üzerine beyaz ay-yıldızlı, Türk bayrağıdır. Bunu Sancak’tan (Novi Pazar) aldım.

Buna karşılık İstanbul’da çok iyi karşılandım. Bayrampaşa Bosna-Sancak Derneği’nden Hilmi Erdem bana çok büyük yardımlarda bulundu. Allah bana iki el vermişti, şimdi dört oldu. Ailesini bırakıp, benim yardımıma koştu. Allah Hilmi Bey’den ve Bayrampaşa Bosna-Sancak Derneği’nden razı olsun.  Ayrıca Türk Dışişleri beni arayarak, yolculuğum esnasında her türlü desteği vereceğini ifade etti. Bu vesileyle Türk Dışişleri’ne de teşekkürlerimi iletmek isterim.

 

Irak ve Suriye’de yaşanan sıkıntıları biliyorsunuz. Başınıza bir hal gelmesinden çekinmiyor musunuz?

Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmuyorum. Allah’tan başkasına da güvenmiyorum. Beni Allah koruyor. Geçtiğim her yerde, “Bu adam çılgın mı?  Nasıl gidecek?” diye düşünüyorlar. Önümde üç seçenek var. Birincisi, her ne kadar problemler devam ediyor olsa da, Suriye’den geçerek Kâbe’ye ulaşmak. İkincisi, eğer Suriye’den geçiş izni alamazsam, Irak üzerinden gitmeyi denemek. Üçüncüsü de, bu kutlu yolda ölmek. Benim için dördüncü bir seçenek yok. Asla geri dönmeyi düşünmüyorum. Allah’ın izniyle, bu yolculuğu Kâbe’ye ulaşarak sonlandıracağım.

 

Yürüyerek Hacc yolculuğuna çıkma talebinize Bosna-Hersek İslam Birliği ve Suudi Arabistan makamlarının tepkisi nasıl oldu?

Bana bu soruyu soran ilk ve tek kişi siz oldunuz. Bu sebeple size teşekkür etmek istiyorum. Bu yolculuğa çıkarken, kurallar ve sınırlar olduğunun bilincindeydim. Bosna-Hersek İslam Birliği’ne başvurup, Hacc için resmi olarak izin istedim. Bana, “Yaya olarak gerçekleştirilecek bir Hacc yolculuğu için izin verme salahiyetimiz yok” dediler. Bir ay evvel, Saraybosna’daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği’ni aradım. Bana iki gün sonra cevap verdiler. Ben onlardan sadece Suudi Arabistan’a giriş izni istedim. Onlar bana, bu yolu tamamlamamın mümkün olmadığını ve bu yolda öleceğimi söylediler. Ama ben bu yolu bitirmeyi başaracağıma ve ölmeyeceğime inanıyorum.

 

Siz, Bosna-Hersek vatandaşısınız. Geçtiğiniz güzergâhlardaki Bosna-Hersek Büyükelçiliklerinin size ilgisi nasıl?

Geçtiğim güzergâhlardaki bütün Büyükelçiliklerin benden haberdar edildiklerini duydum. Mesela, Bosna-Hersek’in Sofya Büyükelçisi Sayın Sifet Podzic, beni yolda karşıladı. Birazdan Bosna-Hersek İstanbul Konsolosu Nidzara Ercan gelecek. (Biz söyleşimizi gerçekleştirirken, Nidzara Hanım da kendisini ziyarete geldi.)

Aslına bakarsanız, Büyükelçilerin, Bakanların ya da Başbakanların benim seyahatim hakkında ne düşündükleri beni pek ilgilendirmiyor. Ben kutsal bir yolculuğa niyet ederek, yola çıktım. Beni ilgilendiren tek şey bu yolculuğu tamamlayarak, Beytullah’a ulaşabilmek.

Bosna’ya nasıl dönmeyi planlıyorsunuz?

Şuanda, tek düşündüğüm Kâbe’ye yüz sürebilmek. Geri dönüşü düşünmüyorum. Bir senelik yürüyüşün ardından, geri dönüş sorun olmayacaktır. Atla ya da bisikletle, bir şekilde geri dönebilirim diye düşünüyorum.

 

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Hicret esnasında, Mekke’den Medine’ye, 500 kilometre yürümek kolay değildi. İnancı sağlam olan insanlar tüm malları ellerinden alınmış olmasına rağmen, aç ve susuz bir şekilde çölü geçtiler. Onlarla aynı inancı paylaşan günümüz Müslümanları ise her türlü imkâna sahipler: Uçakları, cep telefonları, bilgisayarları, hesap makineleri var. Fakat hayattan zevk alamıyorlar, mücadele azimleri çok zayıf ve ruhi çöküntü yaşıyorlar. Buna karşılık o gün hicret eden Müslümanlar, her şeye rağmen mutlu ve huzurluydular. Çölleri aşan bu insanlardan, bir ders çıkarmamız lazım.

Maraton koşanların hedefinde bir madalya vardır. Satranç oynanırken de hedefte bir ödül vardır. Ben bu dünyalıkların tamamını aklımdan çıkardım. Guinness Rekorlar Kitabı’na girmek gibi bir niyetim yok. Ben bu yürüyüşe Allah'a olan saygımı ve sevgimi göstermek, onun takdirini kazanmak için başladım. Benim bu Hacc yürüyüşünde ödülüm inşallah cennet olur. Allah hepimize iki göz verdi. Beş yüz sene namaz kılsak, sadece bu iki gözün bedelini ödeyemeyiz. En uzun yaşayan ortalama yüz sene yaşıyor. Demek ki, sadece bu iki gözün bedelini bile ödememiz mümkün değil.

Türk halkından, bu kutlu yürüyüşü sağ salim tamamlamam için bana dua etmelerini rica ediyorum. Türkiye ve Bosna-Hersek için dua etsinler.  Eğer nasip olur da sağ salim Kâbe’ye ulaşırsam, ben de, Türkiye ve Bosna-Hersek için dua edeceğim.

YENİ AKİT GAZETESİ

 

  

Yorumlar