Duyuru

İrtica Afişleri

  /   2536   /   28 Ağustos 2014, Perşembe

 Yazdır

  

ayhan_demir@hotmail.com

Bugün, her zamankinden farklı bir konuya değinmek; Balkanlara değil, yakın geçmişe doğru bir yolculuğa çıkmak niyetindeyim.

Bundan on yıl önce Piyade Asteğmen Adayı olarak başladığım askerlik hizmetini, 2003 yılı sonunda, Jandarma Teğmen olarak tamamladım.

Tuzla Piyade Okulu “Yedek Subay Temel Kursu”nu “çok iyi”, Foça Jandarma Komando Okulu “Yedek Subay İç Güvenlik Harekât Kursu”nu ise “iyi” derece ile bitirdim.

Tuzla Piyade Okulu’ndaki temel eğitimin ardından yapılan kura çekimiyle, Aydın Jandarma Bölge Komutanlığı’na bağlı olan Muğla Yatağan’daki Tınaz Jandarma Komando Bölüğü’nde, Tim Komutanı olarak görevlendirildim.

Aylar sonra bir gün, gelen emir doğrultusunda, bölükte görevli diğer subay, astsubay ve uzman çavuşlar ile birlikte toplantı salonuna gittik. Bölüğün asli görevi bölgede sık sık çıkan orman yangınlarının önlenmesi ve söndürülmesine yardımcı olmaktı. Ancak o gün yapılan toplantının, orman yangınları ya da askeri hizmetlerden, farklı bir gündemi vardı.

Kısa bir giriş konuşmanın ardından, kürsüde rulo halinde duran afişler açılarak, toplantıya katılan personele gösterildi.

Üst ve alt kısımlarında Mustafa Kemal Atatürk’e ait vecizelerin bulunduğu afişlerde, Cumhuriyet ve Şeriat karşılaştırması yapılıyordu.

Birinci karşılaştırmada, başı açık ve çarşaflı kadınlara ait fotoğrafların altında, “Dünyaya böyle mi bakmak, yoksa böyle mi bakmak istersiniz” sorusu yer alıyordu.

İkinci karşılaştırmada, bilgisayar başında ve dizüstü oturmuş dini eğitim alan çocuklara ait fotoğrafların altında, “Çocuklarınızı böyle mi eğitmek yoksa böyle mi eğitmek isteriniz” sorusu yer alıyordu.

Üçüncü bölümde ise, modern ve sırtında çocuk bulunan burkalı birer kadına ait fotoğrafların altında, “Kadının sosyal yaşamdaki yerinin böyle mi olmasını, yoksa böyle mi olmasını istersiniz” sorusu yer alıyordu.

Bu afişleri görünce, temel eğitim esnasında, “iç ve dış tehditler” başlığı altına verilen “irtica brifingleri” gözümün önünde canlanıverdi. Bu brifinglerde, Milli Görüş ve neredeyse tüm cemaatler “iç tehdit” olarak gösteriliyordu. Bunun da, o tür brifinglerden birisi olduğunu düşünüyordum. Ancak kısmen yanılmışım.

Evet, ortada bir tür “irtica brifingi” vardı. Fakat bu sefer brifingi alan değil, verenler olacaktık. İrtica afişleri eşliğinde verilecek birifingler, okul, kahvehane, dernekler gibi insanların toplu olarak bulundukları yerlerde verilecekti. Sayı numaralı olarak gönderilen afişler, bölgedeki muhtar ya da müdürlere teslim edilecek ve belli bir süre sonra geri alınacaktı.

Toplantı esnasında, bu tür bir eylemin müellifi olmaktan duyduğum sıkıntı hal ve tavırlarıma yansımış olmalı ki, Yedek Subaylar olarak bu emrin kapsamı dışında bırakıldık. Astsubay ve uzman çavuşlardan oluşan muvazzaf personele tek tek zimmetle dağıtılan bu afişleri o günden sonra bir daha görmedik.

Geçtiğimiz günlerde, o dönemde, okul, kahvehane ve dernekler gibi kamuya açık yerlere asılan bu irtica afişleriyle ilgili önemli bir gelişme yaşandı. Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na tanık olarak ifade veren Uzman Çavuş Aykut Öztürk, afişleri Jandarma Genel Komutanlığı emriyle astıklarını söylemiş.

Eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un illegal olarak kurduğu iddia edilen “Cumhuriyetçi Çalışma Grubu tarafından afişleri asmak için görevlendirildiğini” belirten Jandarma Uzman Çavuş Aykut Öztürk, afişlerden birini de savcılığa sunmuş.

Görünen o ki, Jandarma Uzman Çavuş Aykut Öztürk’ün ifadesiyle ile 2003 yılında yaşadığım bu olay neredeyse birebir örtüşüyor.

Kolluk kuvvetleri ve buna bağlı istihbarat teşkilatlarının, bu milletin çiçeği burnunda delikanlılarını şehit eden terör örgütünün mensuplarını bulundukları inlerden teslim almanın çabasında olmak yerine, irtica yaygarası çıkarmakla uğraşması nasıl izah edilebilir?

Çin siyaset felsefesine göre devlet, ordu çöktüğü zaman; toplum, kendisini bir arada tutan anlam dünyası çözüldüğü zaman yıkılır. Devletin, aynı anlam dünyasını paylaşan insanların birlikteliğinden başka bir şey olmadığı düşünüldüğünde, ordunun yalnızca bu birlikteliğin vücuda geldiği maddi coğrafyayı değil, bizatihi bu birlikteliği mümkün kılan anlam dünyasını korumakla vazifeli olduğu açıkça görülebilir.

Bir başka ifadeyle, var olmak, yalnızca maddi coğrafyayı korumak değil; bu coğrafyaya anlam ve derinlik katan, o toprağı, üzerinde yaşayan insanların vatanı haline getiren anlam dünyasını ve bu dünyanın kavramlarını koruyup kollamaktır. Ordu odur ki, maddi gücü ile manevi gücü arasında, birbirinin yerine konulamayacak bir ahenk imar edebilmiş olsun.

  

Yorumlar