Duyuru

Naser Oric, Srebrenitsa'da olsaydı, Sırplar saldırmaya cesaret edemezdi

Röportajlar - Röportajlar

  /   3144   /   01 Ocak 2014, Çarşamba

 Yazdır

  

Bosna Savaşı'nda, Srebrenitsa (Srebrenica) bölgesindeki Müslüman birliklerinin komutanlığını yapan Naser Oriç, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin hakkındaki mahkûmiyet kararını bozmasının ardından 3 Temmuz 2008'de beraat etti. Ancak Bosna-Hersek'e döndükten iki ay sonra Boşnak-Hırvat Federasyonu'na bağlı polis gücü tarafından tutuklandı. Halen hapis tutulmaktadır.

  • “O burada olsaydı” -

Bosna-Hersek'in ünlü roman yazarı İsnam Taljic'in (Talyiç), Srebrenitsa'nın Öyküsü isimli eserinde; "O burada olsaydı, kendilerini neyin beklediğini bilen Çetnikler saldırmaya cesaret edemezlerdi" dediği, Sırpların korkulu rüyası Naser Oric (Oriç) ile en son söyleşiyi Milli Gazete adına arkadaşımız Ayhan Demir gerçekleştirdi. Bu önemli söyleşiyi okurken, 1992-1995 Bosna Savaşı ve Srebrenitsa direnişine dair birçok bilinmeyeni öğrenmiş olacaksınız.

Söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. İsterseniz öncelikle sizden başlayalım. Naser Oric kimdir?

Nereden başlayabilirim bilemiyorum. 3 Mart 1967'de doğdum. Srebrenitsa'nın hemen yanı başındaki, Potocari (Potoçari) bölgesinde yaşayan köylü bir ailenin çocuğuyum. Potoçari endüstri bölgesidir. Orada tek geçim kaynağımız fabrikalardı. Halkın tamamının geçimini sağlayacak kadar iş olmadığı için, halkın, büyük çoğunluğu, Drina'yı geçip Sırp bölgesine gidiyordu. 80'li yıllarda Belgrat'a gittim. Orada polis akademisini bitirdim. Gençlik yıllarımdan itibaren hep istediğim özel kuvvetlerin mensubu oldum. Özel kuvvetler mensubu olmak benim için çok muhteşem bir şeydi. Çünkü çok çalışma ve disiplin gerektiren bu işi herkes yapamazdı. Bizler özel kuvvetlerde organize suç işleyenleri yakalıyorduk. Bu sebeple zor olsa da ben işimi çok seviyordum.

O yıllarda (1989) Devlet Başkanı seçilen Milosevic (Miloşeviç), özel kuvvetlerde bir reform yaparak, bize emir verebilecek tek adam konumuna geldi. Bazen Miloşeviç'in koruma görevlisi olarak toplantılara katılırken,  bazen de başka görevlere gönderiliyorduk. Miloşeviç tarafından verilen görevleri gerçekleştirirken üniformalarımızı çıkarıyorduk. Dolayısı ile özel kuvvetler, mafya ve benzeri organize suç örgütlerini takip eden bir birlik olmaktan çıkıp, Miloşeviç'in politikaları doğrultusunda çalışır hale gelmişti.

Özel birliklere ilk katıldığımda profesyonel olmaya çalıştım. Sırpların ne yaptıklarını ve ne yapmak istediklerini görmeme rağmen profesyonel olmaya çalıştım. Miloşeviç'in yaptıklarını görmezden gelip sadece işimle ilgilendim. Ancak, Türkler ile Sırplar arasında gerçekleşen, Kosova Savaşı'nın yıldönümünde Miloşeviç ile birlikte Gazimestan'a gittiğimde orada tüm Çetnik işaretlerini gördüm. İşte o zaman Miloşeviç ve diğer Sırp Çetniklerin, Balkanları bir felakete sürüklediklerini çok net gördüm ve düşünmeye başladım.

Sizi dolaylı olarak da olsa kendilerine çektiler mi?

Hayır. Sanırım söylemeyi unuttum biz Kosova'da görev yapan polis gücünde dört Müslüman Boşnak'tık: Üç kişi Sancak'tan (Novi Pazar) ve ben. Buna rağmen ben polis gücündeki Sırp polisleri tahrik ettim. Ancak onlar hiçbir şey yapmadılar. Çünkü beni çok iyi tanıyorlardı. Düşüncelerimi çok iyi biliyorlardı. Mesela bir gün polis gücündeki Sırplar, ofisteki televizyonda, Kosova savaşı ile ilgili bir film seyrediyorlardı. Osmanlı ve Sırp askerleri savaşıyor ve Osmanlı askerleri tüm Sırp askerlerini öldürüyorlardı. Ardından bir Sırp kızı ağlayarak geliyordu. Bu esnada Sırp polislere dönüp "siz üzülmelisiniz, ben de sevinmeliyim" dedim. Bunun üzerine Sırp polis bana küfrederek dışarı çıktı.

Polis gücündeki Sırplar sürekli olarak, ünlü bir Sırp şarkısı olan, Marko Kralyeviç i Musa Keseciya (Marko Kraljevic ve Musa Kesedzija) söylüyorlardı. Şarkının sözlerinde "hangi yalancı Sırbistan küçük diyebilir" diyor. Şarkının isminde geçen Musa'dan hareketle bana Musa ismini takmışlardı.

Sırp asker ve polislerin Sırp sivilleri silahlandırdığını biliyoruz. Siz de kendilerini savunması için Boşnak sivilleri silahlandırdınız mı?

Sırplar fabrikada bulunan bütün silahları gizlemişlerdi. Sadece uçak saldırılarına karşı kullanılan bir top vardı. Ve ben o topu çalmaya karar verdim. Bir gece birkaç kişiyi de organize edip, birlikte topu çalmaya gittik. Topu yeğenimin kamyonuna yükledik. Allah'ın yardımı olsa gerek, o gün çok büyük bir kar fırtınası vardı. Kar bütün izleri kapatmış ve Sırplar hangi yöne gittiğimizi anlayamamışlardı. Sabah olduğunda ortalık karışmış ve herkes topu arıyordu. Topu kendi evimin garajına sakladım. O akşam eve döndüğümde annem çok kızmış ve "kendini öldürmeye mi çalışıyorsun" demişti. Babam ise topu işaret ederek, "iyi sakla" demekle yetindi.

O dönemde eski Yugoslavya Halk Ordusu hala birlikte hareket ediyordu. Topun çalındığı haberi duyulunca çok büyük bir reaksiyon oldu. Belgrat'tan bile polisler geldi. Çoğu SDA mensubu olan hükümet yetkilileri de şaşkınlık içindeydiler. Sırplar, "Eğer Boşnaklar bu topu çaldıysalar geri versinler" şeklinde bir propaganda yapıyorlardı.

Biz de karşı propaganda ile "Kravitsa'daki (Kravica) Sırplar topu çaldı" diyorduk. Kravitsa tam bir Sırp köyüydü. Savaştan önce de bu bölge ile Müslümanların pek bir ilişkisi yoktu. Hatta dönem dönem çatışmalar yaşanıyordu. İkinci Dünya Savaşında bir köyü tamamen öldürerek katliam yapan iki kardeş bu köydendi. Bu iki kardeş benim de savaştığım son savaşta öldüler.

Kaybolan topu bulmak için evinize gelen kimse olmadı mı?

SDA'nın isteği doğrultusunda Srebrenitsa'daki polis şefi Boşnak'tı. Bir gün müfettişle oturmuş kahve içiyorduk. Bana "ben bu topu bulmalıyım. Çünkü bana emir verildi" dedi. Bende bunun üzerine "gelen emir aramak üzerine mi yoksa bulmak üzerine mi" diye sordum. Bana "bulmalıyım" dedi. Ben kendi kendime neden bunu bana söylediğini düşünürken birlikte benim evime doğru yürüdük. O zaman benim Renault arabam vardı. Müfettiş evin önünde duran ve yaklaşık yarım metre kara gömülmüş olan arabamı görünce, topun bende olduğunu anlamıştı. Bana "sen en iyisi arabanı garaja çek" dedi. Bende tebessüm ederek teşekkür ettim. Allah'a şükürler olsun ki, müfettiş kimseye bir şey söylemedi. Aynı akşam topu evimden yedi kilometre uzaktaki bir başka köye götürdüm. Köye vardığımda, SDA ile çalışan birinin bana yardım edeceğini düşündüm. Fakat topla geldiğimde adam tamamen kendini kaybetti ve titremeye başladı. "Topu buraya koyma komşular görecekler polise anlatacaklar" diyordu. Ancak o köyün tamamı Boşnak'tı. O köyde teyzemin oğlu da vardı. O çocukken benimle birlikte yaşıyordu. Onlara samanlıkta bulunan üç saman balyasını birleştirip büyük bir balya içerisinde bu topu saklamamız gerektiğini söyledim. Ve ardından öyle de yaptık.

Özel kuvvetlerden ayrılmak istemenizin sebebi neydi?

O dönemde özel kuvvetler mensubu sıradan bir polistim. Ancak kimse benim düşünmemi engelleyemez ya da farklı düşünmeye zorlayamazdı. Artık iyiden iyiye özel kuvvetlerdeki geleceğimi düşünmeye başladım. Kosova'da benim için en kötü şey "silah ve uyuşturucu satan mafyaya" karşı yapılan sözde operasyonlarda kapıyı kırıp içeri girdiğimizde normal köylü bir yüzün karşımıza çıkmasıydı. Asıl suçlular normal insanlardan daha fazla paraları olduğundan hapsedilmekten kurtuluyorlardı.

Sırp Çetniklerin; Hırvatistan, Knin ve Kırayina'da (Krajina) yaptıkları beni çok üzüyordu. Anladım ki Bosna'da da aynı senaryo uygulanacaktı.

Onlar (Sırplar) kendileri için çalışıyorlardı. Knin'deki Sırplara silah gönderiyorlardı. Bizden istedikleri ise bu silahların sağ salim ulaştırılması için gerekli güvenliği sağlamamızdı. Bu silahlar yerine ulaşması için, gerekirse, Sırpları bile öldürmeye yetkiliydik. İşte tüm bu düşüncelerin beynimde dolaştığı bir anda artık ben dayanamaz oldum.

Bu gurubun bir mensubu olarak kalamazdım. Bir karar verdim ve bu yuvanın kuşu olmaktan vazgeçtim. Yalnız gitmeye de niyetim yoktu. Giderken en çok silahı da çalarak Bosna'ya gitmeye karar verdim. Kafamdaki planı uygulamam için Bosna'da beni kabul edecek biri gerekliydi. Potoçari'ye gittiğimde Kosova'da olan bitenleri ve silahlar hakkında her şeyi anlatmaya başladım. Ancak Hırvatistan'daki olaylara rağmen, kimse bana inanmıyordu.

(Söyleşimiz devam ederken Naser Oric'in cep telefonuna bir çağrı geliyor. Arayan kişi eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmakta olan Bosnalı Sırp zanlı Milan Lukiç (Milan Lukic)! Naser Oric, Milan Lukiç'e (Lukic) "Şu an bir Türk gazeteci arkadaşımla birlikteyim. Karaciç'e (Karadzic) benden selam söyle" diyor. Gülüşmelerin ardından kaldığımız yerden devam ediyoruz.)

Kısa bir süre sonra Potoçari'den ayrıldım ve polis gücündeki görevime geri döndüm. O esnada Saraybosna'dan bir emir geldi. Her beldede on beş kişilik polis gücü oluşturulacaktı. Bende Potoçari bölgesindeki on beş polisten sorumluydum. Benim sorumlu olduğum birlikte beş altı Sırp polis vardı. Kısa bir zaman sonra ayrılıkçı hareketlere başladılar. Artık Sırp polisler, Boşnak polisler ile çalışmak istemiyorlardı. Sırp polisler, Karaciç'in kendilerine verdiği silahlarla, kendi köylerinde yeni birlikler oluşturmaya başladılar. Aynı dönemde Arkan'a bağlı Çetnikler Biyelyina (Bijeljina), Yanya (Janja) ve Zıvornik (Zvornik) üzerinden Drina kıyılarına doğru ilerleyerek yavaş yavaş soykırımlara başlıyorlardı.

Potoçari'de belediye ve hükümet yetkilileri ve bölgenin SDA başkanı ile görüşüp, onları uyardım. Ama bu durumda bile bana inanmıyorlardı. Bunun bir para oyunu olduğunu düşünüyorlardı. Buna rağmen yılmadım ve polis gücünde birlikte çalıştığımız polislere, muhtemel gelişmelere karşı hazırlıkları olmaları için, Kosova'da olup bitenleri anlattım.

Naser Oriç

3 Mart 1967'de Potoçari'de dünyaya geldi. 1985-1986 yıllarında Yugoslavya Ordusu'na (JNA) katıldı. Atomik ve kimyasal savunma hakkında birimlere yardım etti. JNA'dan onbaşı rütbesiyle çıktı.

1988'de Zemun'da Polis Eğitim Kursu'nu başarıyla tamamladı. Savski Venac'taki (Belgrat) polis merkezinde çalıştı. Kısa sürede polis biriminde yükselerek adından söz ettirmeye başlayan Naser Oriç, Belgrat'ta Yugoslavya Devlet Başkanı Slovodan Miloşeviç'in koruma ekibine seçildi. 1990'da Kosova Polis Merkezi, Ağustos 1991'de Ilıca (Ilıdza) Polis Merkezi ve aynı sene Srebrenitsa (Srebrenica) Polis Merkezi'nde çalıştı. 1992 yılında Potoçari'de (Srebrenitsa) Komser oldu.

Sırp çetniklerin, 1992 yılında Bosna-Hersek topraklarına saldırması üzerine kurulan, Bosna-Hersek Ordusu'na katıldı. Savaşı sona erdiren Dayton Anlaşması'nın imzalandığı 1995 yılına kadar, Bosna-Hersek Cumhuriyeti adına, Srebrenitsa (Srebrenica) savunmasını yönetti.

Bosna-Hersek'in ünlü roman yazarı İsnam Taljic, Srebrenitsa'nın Öyküsü isimli eserinde; "O burada olsaydı, kendilerini neyin beklediğini bilen çetnikler saldırmaya cesaret edemezlerdi" dediği

Naser Oriç, savaş boyunca Sırpların korkulu rüyasıydı. Naser Oriç, Srebrenitsa'dan Tuzla'ya geçtikten kısa bir süre sonra Sırp çetnikler, Srebrenitsa soykırımını gerçekleştirdiler.

2006 yılında, Lahey'deki "Sırp esirlere işkence yapılmasını ve öldürülmesini önlemediği" gerekçesiyle Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından mahkûm edildi. Temyiz mahkemesinin hakkındaki mahkûmiyet kararını bozmasının ardından 3 Temmuz 2008'de beraat etti. Eylül 2008'de Boşnak-Hırvat Federasyonu polis gücü tarafından tutuklandı. Halen cezaevinde bulunmaktadır.

Topu çalarken top mermisi de almış mıydınız? Çaldığınız top ile ne yapmayı planlıyordunuz?

// -->

Aslına bakarsanız hiçbir planımız yoktu. Bu top tamamen sembolik bir şeydi. Çünkü topumuz vardı ama bir tane bile mermimiz yoktu. Sırplar bunu bilmiyorlardı. Sırplar iki üç bin dolayında polis ve çok silahımızın olduğunu düşünüyorlardı. Bu sebeple çok korkuyorlardı. Müdahale etmekten çekiniyorlardı.

Srebrenitsa'daki Sırp Çetniklerin yıllar önceden başlayarak bölgede yaşayan her Boşnak erkeğin doğumunu gün ve saatiyle kayıt altına aldıkları, bu sebeple bölgedeki Müslüman erkek nüfusunu çok iyi bildiklerini duymuştum. Bu doğru mu?

Ben Potoçari'de polis birliğinin komutanıydım. Bu bölgede yaşayan bir polis olarak her şeyden haberim oluyordu. Srebrenitsa'nın her bölümünde benim gibi polis birliği komutanları olduğunu düşünürsek bu çok doğrudur. Sırplar her şeyi çok önceden planlamış ve sistematik olarak bu planlarını uygulamışlardı. Ayrıca bölgedeki (Srebrenitsa) Sırplar, diğer Sırp Çetniklere bilgi sızdırıyorlardı. Bu da bizim önemli sorunlarımızdan birisiydi.

Sırp saldırılarının nasıl başlamıştı? Saldırılara karşı ne tür tedbirler aldınız?

İlk Sırp saldırıları Bijeljina, ardından Zvornik ve Vişegrad'da başladı. Amaçları Drina'ya kadar olan kısmı Sırbistan ile birleştirmekti. Çoğunu da başardılar. Gorajde, Zepa ve Srebrenitsa'nın önemli bir bölümünü aldılar. Bu bizim için büyük bir problem olabilirdi. Elimizdeki tüm silahları ele geçirebilirlerdi. Bunun üzerine müfettişe, Zvornik'teki Boşnaklara yardım etmek için bir organizasyon yapmayı teklif ettim. Fakat "sen sadece bir polissin, kendi işine bak" diyerek teklifimi kabul etmediler. Kafaları karışık ve ne yapacaklarını bilemez bir vaziyetteydiler. Bir gün bir emir verildi. Elimizdeki silahları Sırp, Müslüman ayırt etmeksizin herkese dağıtmamız söylendi. Fakat ben bu emri kabul edemedim. Potoçari'ye gidip Boşnaklara "yarın bir çatışma olursa kim Çetnikleri vurabilir" diye sordum. Elini kaldırana silah verdim. Ardından ateş edebilecek mi, edemeyecek mi görmek için test atışı yaptırdım. Bir süre sonra müfettiş beni çağırdı ve "silahları dağıttın mı" diye sordu. "Evet, dağıttım" dedim. Sonra bana "kime dağıttıysan getir görmek istiyorum" dedi. Müfettişin dediği gibi silah dağıttığım kişileri topladım. Bana neden geçmişinde sorun olan kişilere silah verdiğimi sorunca, benim için geçmişleri değil gelecekleri önemli dedim. Gerçekten de benim için önemli olan sadece Sırp Çetnikler saldırdığında onlara karşı direnebilecek olmalarıydı. Müfettiş benimle aynı fikirde değildi ve bana dönerek "asla bunu onaylamayacağım, imzalamayacağım" dedi. Bende Belediye Başkanı Hakiya Meholyic (Hakija Meholjıc)'i çağırdım ve bütün olan biteni ona anlattım. Böylece olay kapandı.

Saldırılar başladığında Arkan ve diğer Sırp Çetnikler Srebrenitsa ve Bratunats'a (Branutac) saldırıyorlardı. Bazı zengin insanları öldürüp Potoçari'ye giriyorlardı. Herkes kaçıyordu. Direnen hiç kimse yoktu. Kolayca girip çıkıyorlardı.

Srebrenitsa'da bir tek Hakiya (Hakija) ve bazı arkadaşları kaldı. Onlarda köylere gidiyorlardı. Herkes kendi köyüne giderek kendi köyünde Sırp Çetniklere karşı direniyordu. Potoçari'de, Sırp Çetniklere karşı, ilk biz direndik. Vukovar'dan gelen askerlerle birlikte 12-13 Çetnik öldürüp, silahlarını aldık. Belki inanması zor ama tüm bunlara rağmen halk hala bizim söylediklerimize inanmıyordu. Ne zaman ki biz Çetnikleri öldürmeye başladık ondan sonra insanlar Çetnik işaretlerini görünce bize inandılar. Bundan sonra hedefimiz diğer bölgelerdeki Müslüman direniş birlikleri ile irtibat sağlamaktı. İnsan gücümüz vardı ama yeterli silahımız yoktu. Bunun için bir yandan Saraybosna ve Tuzla'dan yardım talep ederken, diğer yandan kontra savaşa giriştik. Savaşmadan silah temin etmemiz mümkün değildi. Ancak sadece tek bir kurşun atma hakkımız vardı. Çetnikler bize iyice yaklaşıncaya kadar bekleyip, ondan sonra tek bir kurşunla Çetnikleri öldürüyorduk. Bu hedefimizde büyük ölçüde de başarılı olduk ve Mayıs 1993'den itibaren adım adım tüm Srebrenitsa bölgesini Müslüman bölgesi haline getirdik.

Anlamakta zorlandığım bir şey var neden silahsız da olsalar, Boşnaklar, Çetniklere saldırmadılar.

Bize Tuzla bölgesinden beklediğimiz yardım hiçbir zaman gelmedi. Bizim hiçbir ağır silahımız yoktu. Aslına bakarsanız Çetnik öldürmeden hafif silahımız da yoktu. 1992-1995 arasında en çok sivil ölümü aç ve hasta sivillerin, savaşan askerlerin arkasından gelmesi esnasında oldu. Srebrenitsa askersizleştirilinceye kadar 3000 asker ve 2500 sivil öldü. 1995'de ölenlerin, 1992-93'de ölenlerden daha fazla şansı vardı. Hem Çetniklerden hem de UNPROFOR'un Hollandalı askerlerinden silah temin edebilirlerdi. Ancak Boşnaklar, UNPROFOR'un Hollandalı askerlerine güvenmekle ikinci bir tuzağa düşmüş oldular. Hazır söz açılmışken önemli bir noktayı vurgulamak istiyorum. Sırp katliamı söz konusu olduğunda insanların aklına ilk ve tek gelen Srebrenitsa oluyor. Hal bu ki Srebrenitsa'da yaşananların aynısı Zepa ve Bratunats'ta (Bratunac) da yaşandı. Bratunats'ta bir Cami'de 72 kişi yakılarak şehit edildi. Sırp zihniyetini anlamak için bir başka örnek vereyim: Sırp soykırımına maruz kalan en küçük Boşnak olan isimsiz bebeğin annesine tecavüz eden kişi, o kadının nikah şahitlerinden birisiydi.

Bosna-Hersek'in ünlü roman yazarı İsnam Talyiç (Taljic), Srebrenitsa'nın Öyküsü isimli kitabında; "Naser burada olsaydı, onu kimse aldatamazdı. O, Çetniklerin Srebrenitsa'ya girmesine izin vermezdi. Hollandalıların korkak tavırlarına kulak asmaz, NATO'ya da inanmazdı. O burada olsaydı kendilerini neyin beklediğini bilen Çetnikler saldırmaya cesaret edemezlerdi" diyor. Kendi kendinize "keşke Srebrenitsa'da kalsaydım" dediğiniz oluyor mu?

Askerlerimiz cahilliğinden, sanki birşey yapacakmışız gibi, beni Tuzla'ya çağırdılar. Ama bir şey yapmadık. Srebrenitsa... Bu benim içimdeki en büyük yaradır. Ne kadar yaşayacağım bilemiyorum ama sanırım beni öldürecek tek yara budur. O savaşta olmadığım için çok üzgünüm.

Acımı biraz olsun hafifleten tek bir şey var: Bosna-Hersek'in hiçbir komutanı; ben ve askerlerimin, Srebrenitsa bölgesini savunduğu kadar başka bir bölgeyi savunamadı. Hiçbir komutan ben ve askerlerimin Srebrenitsa bölgesini birleştirdiğimiz kadar, diğer bölgeleri birleştirmeyi başaramadı. Diğer bölgelerdeki komutanların birçoğu kamera ve fotoğraf makinelerinin önünde üniforma ve silah ile poz vermekten savaşmaya vakit bulamadılar. Onlar poz verirken bizim hiçbir şeyimiz yoktu. Ben bir tek defa; Hollandalılar geldiğinde üniformamı giydim. Çocuklarım, babalarının, kim olduğunu bilsinler diye üniforma giydim.

Bosna-Hersek'te bazı Boşnaklar Rahmetli Aliya'nin, Srebrenitsa konusunda, batılılara güvenmekle hata yaptığını söylüyorlar. Srebrenitsa'da savaşmış bir komutan olarak siz ne düşünüyorsunuz? Sizce de Rahmetli Aliya hata mı yaptı?

Hayır, hata yapmadı. Ben Rahmetli Başkan Aliya İzzetbegovic'i çok seviyorum ve saygı duyuyorum. Hayranı olduğum bir insan. Savaşırken benim kahramanımdı. O, bize bir ülke imar etmeye çalışan, milletimizi geri veren bir insandı.

Rahmetli Aliya hiçbir zaman geri çekilme emri vermedi. Geri çekilme emri politik değil, askeri bir emirdi. Daha net söylemem gerekiyorsa geri çekilme emrini veren General Rasim Deliç (Rasim Delic) idi. General Enver Hadzihasanoviç, General Deliç'in emir doğrultusunda, geri çekilme anlaşmasını kendisinin imzaladığını söylemişti.

Hollandalı askerlere güvenerek geri çekilmek büyük bir hataydı. Size bir örnek vereyim: Çetnikler, asker bulunmayan bir bölge olan Suçeska (Suceska) Belediyesini işgal edip ve o bölgenin bir kısmını aldılar. Biz bölgedeki Hollandalı askerlerden, Boşnak Müslümanların evlerine elli metre mesafeye kadar yaklaşan, Sırpları o bölgeden çıkarmalarını talep ettik. Ama Hollandalılar bunu yapamıyorlar. Gece bölgedeki Çetnikleri temizlediğimizde bu sefer Hollandalı askerler, "Boşnaklar köye gelip Çetnikleri öldürdüler" diye rapor tutuyorlardı. Sabah olduğunda General Deliç beni arıyor ve o bölgeden geri çekilmemizi talep ediyordu. General Deliç'e geri çekilemeyeceğimizi çünkü Hollandalıların köye giren Sırpları çıkarmadığını söylediğimde, o bana inanmak yerine Hollandalılara inanmayı tercih ediyordu. Ancak kimse benden daha çok o insanları sevemez. Haliyle Rasim Deliç'i bile dinleyemezdim. Bu olayın ardından benden nefret etmeye başladılar. Bana karşı anti kampanya başlatıldı. Ben her zaman Boşnak Generaller için beyaz karga oldum. Öyle ki, Lahey'deki davada Rasim Deliç bana karşı şahitlik bile yaptı.

Savaş yıllarında böbürlenerek yürüyen, kameralar önünde bir kahraman edasıyla poz veren Rasim Deliç, Lahey'deki mahkemeye çıkarıldığında bir kadın gibi ağlıyordu. Ben Lahey'deki mahkeme tarafından suçsuz bulundum ama Rasim Deliç, "Bosna savaşında Sırp mahkûmlara acımasız davranmaktan" üç yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bazı insanlar rütbe ve ün kazanmak için savaştılar. Ben öyle değilim.

Naser Oric, Srebrenitsa'da olsaydı, Sırplar saldırmaya cesaret edemezdi

İlk Sırp saldırıları Bijeljina, ardından Zvornik ve Vişegrad'da başladı. Amaçları Drina'ya kadar olan kısmı Sırbistan ile birleştirmekti. Çoğunu da başardılar. Gorajde, Zepa ve Srebrenitsa'nın önemli bir bölümünü aldılar. Bu bizim için büyük bir problem olabilirdi. Elimizdeki tüm silahları ele geçirebilirlerdi. Bunun üzerine müfettişe, Zvornik'teki Boşnaklara yardım etmek için bir organizasyon yapmayı teklif ettim. Fakat "sen sadece bir polissin, kendi işine bak" diyerek teklifimi kabul etmediler. Kafaları karışık ve ne yapacaklarını bilemez bir vaziyetteydiler.

Biz Türk değiliz ama onlar her zaman bizi Türk diye çağırıyorlar

Bildiğim kadarıyla Srebrenitsa'da yaşayan genetik olarak bir Türk yok. Sizde genetik olarak bir Türk değilsiniz. Ama Mladiç ve diğer Çetnikler Srebrenitsa'yı işgal ettiğinde, kameralar karşısında, "Türklerden intikamımızı aldık" diye konuşmuştu. Bu nasıl bir şey?

Biz Türk değiliz ama onlar her zaman bizi Türk diye çağırıyorlar. Onlar, Osmanlı'nın, beş asır boyunca Balkanları yönetmiş olmasını asla kabullenmediler ve kabullenmeyecekler.

Siz bunları söylediğinizde savaş yıllarından hiç unutamadığım bir olay aklıma geldi. Bir gün, Hollandalı askerlerin kaldığı bölgedeki, akümülatör fabrikasına, savaştan önce eşimin lise öğretmeni olan, Sırp General Momir Nikoliç (Momir Nikolic) geldi.

Üzerimde su ile temas ettiğinde şişip, sertleşen kötü bir kumaştan askeri elbise vardı. Benimle dalga geçmek için "eğer bizimle savaşsaydın hem daha iyi bir savaşçı olurdun, hem de benim üzerimdeki gibi güzel bir kumaştan üniforman olurdu" dedi. Ben de "damarlarındaki Türk kanını belli ediyorsun. Her Türk gibi ipek ve kadifeyi seviyorsun" dedim. Daha sonra hiçbir şey söylemedi. Yıllar sonra Lahey'deki mahkemede Momir Nikoliç ile tekrar karşılaştığımızda gülümseyerek "o gün söylediğini hiçbir zaman unutmadım" dedi.

 

Kaynak : Milli Gazete

  

Yorumlar