Duyuru

Dünyanın bütün Karadziçlerine rağmen Aliyalar yaşıyor!

Yazılar

  /   581   /   03 Mart 2014, Pazartesi

 Yazdır

  

 

 

Aliya'nın ‘Düşmanlarımız sadece tek bir ırk tanıyorlar; kendi ırkları. Tek bir din tanıyorlar; kendi dinleri. Tek bir siyasi parti tanıyorlar; kendi partileri.’ cümlesi herhalde Karadziç’i anlatmaya yeter.

 

Aliya İzzetbegoviç’in ‘Düşmanlarımız sadece tek bir ırk tanıyorlar; kendi ırkları. Tek bir din tanıyorlar; kendi dinleri. 
Tek bir siyasi parti tanıyorlar; kendi partileri. Kendilerinden olmayan ne varsa onlar açısından yok edilmeye mahkûmdur’ cümlesi herhalde Karadziç’i anlatmaya yeter. 

RAHMETLİ Aliya İzzetbegoviç ‘Kültür, dinin insan üzerindeki ya da insanın kendi üzerindeki etkisinden ibarettir, uygarlık ise zekánın doğa ve dış dünya üzerindeki etkisi anlamına gelir. Kültürün amacı terbiye sayesinde kendi kendine hákim olmak, uygarlığın amacı ise bilim sayesinde doğaya hákim olmaktır’ der. 

1945 yılında bugünkü Karadağ’da doğan Radovan Karadziç’in, 1960’ta ailesiyle birlikte geldiği Balkanların kültür ve sanat merkezi Saraybosna’da, kültür çevrelerine girmek için inanılmaz bir çaba sarf ettiğini okuduğumda durum hayli ilginç gelmişti bana. Karadziç’in Bosna’da planladığı ve büyük bir ilahi emri yerine getirircesine uyguladığı katliamlardan evvel yeryüzündeki en büyük katliamlara imza atan Hitler’le gösterdiği benzerlik, ister istemez ortak noktaları üzerinde kafa yormama sebep oldu. Bilindiği üzere Hitler de Viyana’daki resim çevrelerinde tutunamamış ve intikam planlarını buradan başlayarak kurgulamıştı. 

Son yüzyılın bu iki önemli simasının ortak noktalarını kısaca, yeryüzünde varoluş sebebini anlamlandıramama ve yeryüzündeki varoluşlarını anlamlı bir temele dayandırabilmişler arasında kendine yer bulamama olarak sıralamak mümkündür. Bu iki durumla beraber kendisini toplumun değerli bulmadığı ölçülerde değerli gören insanlarıntanrılaşma süreçlerinin başladığını söyleyebiliriz. Alman ırkının üstünlüğünü savunan Hitler ile Sırp ırkının üstünlüğünü vurgulayan Karadziç’in bir noktada daha buluştuğunu görüyoruz; üstün ırk ideolojisi. Hitler ırk ideolojisti Lanz von Liebenfels’ın yazılarından etkilenirken, Karaciç’in Sırp milliyetçisi yazar Dobritsa Kosiç’ten etkilendiği bilinir. Sırpları Bosna Savaşı sırasında motive eden yegáne unsur Sırpların ‘Gökyüzü Milleti’ olduğu mitinden başka bir şey de değildi. Üstünlük mitinin doğal sonucu ise ötekileştirme ve ötekileştirdiğinin en doğal hakkı olan yaşama hakkında bile belirleyici olma isteğidir. İşte bu tanrılaşma iddiasıdır. 

Üstün ırk ideolojisi 

Zulmün tanrılarının, insanlığın erdemlerini ifade etmekten yoksun bırakılmış yığınları etkisi altına kolaylıkla alabilmeleri da izah edilebilir bir durumdur. Her insan kendisini bir şekilde ifade etmek ister. Zulüm de insanlık için ne yazık ki kendini bir şekilde ifade etme yöntemidir. 

Bosna’da 1992-1995 yılları arasında olan biteni değerlendirirken böylesi bir zemini görmeksizin değerlendirme yapmak hiçbir akıl sahibini doğru sonuca ulaştırmayacaktır. İşin şurası unutulmamalıdır ki; yeryüzünde kullanılmaya en müsait zihin yapısı aynı zamanda en tehlikeli olan bu zihin yapısıdır. Özelde Bosna’nın ve genelde Balkanların geldiği bugünkü durum göz önüne alındığında, coğrafi ve siyasi paylaşımın şekilleniş biçimi, Sırpların karakteristik davranışlarının ne şekilde kullanılmış olduğu ortaya çıkacaktır. ABD Sırpları kullanarak ve savaş bitiren ‘kahraman’ olarak Balkanlardadır, AB enerji yollarındaki çıkışı için savaş zamanında kullandığı ama her şeyi berbat etmiş Sırpları bir iki suçluyu teslim etmesi koşuluyla yeniden kullanmaktadır. Rusya ise öteden beri malum... 

Ötekileştirmeyi belirgin bir politika haline getirerek aktör olmayı seçmek dünyanın her yerinde aynı sonucu vermektedir. Ülkemizde bir süreden beri olan bitene bakacak olursak aynı şeyi yine görebiliriz. Kültür çevrelerinde fikirleri artık kabul görmeyenler kendilerine ait alanlar oluşturmak suretiyle diğerlerini ötekileştirmektedirler. Bu ötekileştirme, diğerlerinin, kendi alanlarına girmemelerini adeta farz kılmaktadır. Ancak bu durum, ötekinin, her ne kadar hareket kabiliyeti kısıtlanmış da olsa alanının cazip hale gelmesinin önüne geçememektedir. Hal böyle olunca ‘tanrılaşma’ süreci devreye girmekte ve ötekini tahakküm altına alma isteği, yaşam alanını daraltma, korkutma, korkutarak sindirme, olmadı yaşam hakkını elinden alma gibi yöntemlerle farklı bir boyuta taşınmaktadır. Ergenekon Davası ile birlikte gelinen sürecin biraz da böyle bir anlamı vardır. 

Bir BM tasarrufu 

BM tarafından Srebrenitsa ve civarı güvenli bölge ilan edilip, bölge silahsızlandırılmaya başlandığında silahlarını teslim etmeyen ve bölgeyi her ne pahasına olursa olsun savunmaya devam eden efsane komutan Naser Oriç, bu tercihinden dolayı 6 Temmuz 2008’e kadar Sırplara karşı soykırım uyguladığı iddiasıyla Lahey’de yargılandı. Anlamsız yargılama süreci beraatla sonuçlandı. Kendisi, Saraybosna’da 13 Temmuz 2008’de yaptığımız görüşmede, 28 Haziran 1989’da, Kosova Meydan Muharebesi’nin 600. yılı anısına yapılan etkinlik esnasında Miloseviç’in yakın koruma ekibindeyken Bosna’da 1992 baharından itibaren olup bitecek her şeyin o günlerde en ince ayrıntısına kadar planlanmış olduğunun farkına vardığını anlattı uzun uzun. 

Birlikte ama nasıl? 

Ne gariptir ki; Karaciç gibiler ötekini yok etmeye dair kafa yorarlarken, dünyanın bütün Aliyaları, Karadziçlerin de olduğu bir dünyada bir arada yaşayabilmenin derdindedirler. 

Oriç, Gazi Mestan’da tanığı olduklarından sonra görevini bırakarak, bugün Srebrenitsa şehitlerinin mezarının da bulunduğu memleketi Potoçari’ye döndüğünü ve yakın zamanda olacakları halkına duyurmaya çalıştığını ancak söylediklerinin hemen hiç kimseye inandırıcı gelmediğini üzülerek ifade ediyor. Ötekileştirilmiş olanın zihin yapısı, asla ötekileştiren gibi işlemediğinden bu trajedik durumu makul karşılamak gerekecektir kuşkusuz. 

Bosna’da 1992-1995 yılları arasında olan bitenin tepe yöneticilerinden biri olan Radovan Karadziç, Boşnaklara saldırılarının başladığı günlerde International Herald Tribune Gazetesi’ne verdiği demeçte; ‘Müslümanlar gittikçe köklerine dönüyorlar. Bu yüzden küçük bir Müslüman topluluk dahi Avrupa için baş ağrısı olacaktır. Bu, Türkiye, Kosova ve Makedonya üzerinden Balkanlar yoluyla Batı’ya doğru ilerleyen bir durumdur. Müslümanlar eğer Kosova’da da direnirlerse 10 gün içerisinde bastırılacaklardır. Balkanlar, ABD veya İsviçre değildir. Osmanlı, Avusturya-Macaristan, Nazi ya da Tito’nun komünistlerine rağmen asla erimemiş bir erime potasıdır. Bu nedenle, ilk planda etnik bir çatışmadan söz etmek yanlıştır. Bu, dinsel ve kültürel bir sorundur.’ derken kendi gerekçesini anlatıyordu. 

Bu cümle Radovan Karadziç ve ekibinin neye hizmet ettiğini gözler önüne seriyor. Osmanlı’nın bölgeden çekilişinin üzerinden yüz yıldan fazla geçmiş olmasına rağmen, Osmanlı halen bölgede varlığını sürdürmeyi başaran bir kültür konumunda olmuştur. Osmanlı kültür mirasının, bölge halklarını İslam’a yöneltiyor olma ihtimali kuşkusuz Yugoslavya sonrası bölge üzerinde emelleri olan güçleri tedirgin etmiştir. Bu tedirginliği ortadan kaldıracak unsur olarak, hazır kıta bekleyen Sırp faktörü devreye sokulmuş ve soykırımın startı verilmiştir. Bir diğer husus ise Karadziç’in Balkanlardaki bir arada yaşama geleneğini ABD’de ve İsviçre’dekinden ayırıyor olmasıdır. Bu en temelinde kültürel bir ayrımı ifade etmektedir. Karadziç’in cümlelerindeki bölge isimlerini kaldırırsak eğer, bütün dünya üzerinde ve Türkiye’de Müslümanlar üzerinde baskı kuranların ortak cümlesi de ortaya çıkacaktır. Ve Bosna’da olup biten her şey gerçekten de iki milletin savaşından ziyade, uygarlığın göz yumduğu, etnik, kültürel, dini bir soykırımdır. 

Altı yüzyıl ve sonrası 

Bu cümlelerden yola çıkarak Karadziç’in neyi merkeze aldığını, neyi ötekileştirdiğini görmek mümkündür. Ötekileştirmekte oldukları ile altı yüz yıl boyunca sorunsuz bir şekilde bir arada yaşamış oldukları gerçeği de yapacaklarının önüne geçememiştir. Karadziç’in yapmış olduğu tespit bu anlamıyla Aliya İzzetbegoviç’in kültür tarifi ile örtüşen bir hüviyet kazanmaktadır. Evet, kültür terbiye sayesinde kendi kendine hákim olma meselesidir. Uygarlık ise doğaya, devlete, kentlere, binalara, paraya... sahip olmayla ilgilidir. Kültür sahiplerinin bir gün medeniyete ulaşma ihtimalinden söz etmek mümkünken, kültürsüz bir uygarlığın barbarlıktan öteye geçmesi söz konusu dahi olamaz. 

Bosna’da yaşananların üç temel sorumlusundan biri daha yakalandı. Bu durum Bosnalı annelerin ve kendisini en az onlar kadar Boşnak hissedenlerin yüreklerine bir damla soğuk su olmuştur. Ancak politik malzeme icabı gerçekleşen bu yakalamalar, bir nefretin tetiklediği, emzirdiği ve büyüttüğü büyük nefretlerin yeryüzünde kol gezmeye başladığı gerçeğinden bizi asla uzaklaştıramaz. 

Nefret üreten politikalar 

Bu yıl bir kez daha, artık tüm dünyada Srebrenitsa günü olarak bilinen 11 Temmuz’da Srebrenitsa’daydım. Boşnaklar Srebrenitsa’da yaşananları unutmamak ve unutturmamak için yine Potoçari’deydiler. Dünyanın en hafif tabutları Srebrenitsa annelerinin gözyaşları ile birlikte düştü toprağa. Bütün bunlar olurken Miloseviç’in, Karadziç’in, Miladiç’in bakiyesi Sırp milliyetçileri, domuz çevirerek kutluyordu 11 Temmuz’u. Bosna Hersek içerisindeki Sırp Cumhuriyeti’nin Başbakanı Milorad Dodik bütün gece katıldığı bir televizyon programında, kendilerine karşı soykırım yaptığını iddia ettiği Naser Oriç’i suçsuz bulan Lahey’e yüklendi. Nefretin çoğalması böyle bir şey işte. Ötekileştirme politikası üzerinden hareket edenlerin yeryüzüne ektikleri nifak tohumları daha uzun süre silinecek gibi durmuyor. Unutulmamalıdır ki; dünyanın bütün Karadziçlerinin savaştığı şey kültürden başka bir şey değildir. Yoksa ötekinin geçmişleriyle irtibatını kesmeye çalışmalarını, gelecekte var olmamaları için soykırım uygulamalarını, ötekine ait tüm değerleri ortadan kaldırmak istemelerini ve ötekileştirdiklerinin isimlerine bile tahammül edememelerini başka türlü izah edemeyiz. 

Şurası bir gerçek ki; dünya üzerindeki bütün kültür sahiplerinin bir medeniyete, uygar olduğunu iddia edenlerinse öncelikle kültüre ihtiyacı vardır. Bu, dünyanın bir süredir uzak kaldığı kültür ve medeniyet buluşması demektir. Bütün bunların üstüne, bugün Bosna’da, mübarek kitabın ‘bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsiz davranmaya sevk etmesin’ emri ‘uygar’ların gözünün içine baka baka ‘kültür’ün gerçek mirasçılarının yegáne tutunacağı dal olmuştur. Yeryüzünde birilerinde bu ‘kültür’ olmasaydı diğerlerinden farklı kalmak o kadar zor olurdu ki...

Star - Açıkgörüş

  

Yorumlar