Duyuru

Siz kimsiniz, kime taşeronsunuz?

Türkiye Haberleri

  /   713   /   09 Ağustos 2015, Pazar

Akit
 Yazdır

  

Teröristler, her gün birkaç askerimizi ya da polisimizi şehit ediyor. Şehit cenazelerini televizyonlardan seyrediyor, gazetelerden okuyoruz. Üzüntümüz ve öfkemiz çok büyük.

Sadece güvenlik güçlerine değil, hamile bir kadına yardıma gidenlere ve yük trenlerinin geçtiği raylara da saldırıyorlar. Hatta trafolara zarar vererek, elektriği kesiyorlar ve yolları trafiğe kapatarak, ulaşımı engelliyorlar. 

Bunları yapan ne Kürt, ne de Kürt halkının dostu olabilir. O halde soru şu: Bunlar kim ve kime dostlar / taşeronlar? 

Cevabı, gazetemiz emektarlarından Hüseyin Kulaoğlu’nun görüştüğü, Biz Ümmetiz Platformu Koordinatörü Ayhan Altıntaş veriyor: “PKK, Amerika ile işbirliği yapıyor. PKK’nın içerisinde 4 binin üzerinde yabancı savaşçı var.”

Bu röportajı okurken, Dr. Erdal Aydoğan’ın kaleme aldığı Ötüken Neşriyat’ın yayımladığı, İttihat ve Terakkî’nin Doğu Politikası isimli kitabı hatırladım. 

1908 - 1918 yılları arasında Doğu illerindeki Ermeni olayları ve Kürtlerin durumunu anlatan, bu kitaptan iki cümle: “İttihat ve Terakkî Fırkası, Kürtlere büyük önem vermekteydi. Çünkü Rusya ve İngiltere’nin Kürtlerle ilgili planları bulunmakta idi.” (Sayfa 366)

Bir cümle daha: “İttihat ve Terakki, Kürtleri, büyük Türk ailesinin bir kolu olarak görmüş, bu yüzden de onları azınlık değil, Osmanlı ülkesinin birinci sınıf vatandaşı ve sahibi olarak kabul etmişti.” (Sayfa 164)

Ve bir başka cümle: “Halifeliğin Kürtler için çok büyük bir önemi vardı ve Müslümanlar ile hıristiyanlar arasındaki artan çelişkiler, halife padişaha karşı varolan bağlılık duygularını daha da güçlendirmiştir.” (Sayfa 160)

Bu, öyle laftan ya da korkudan inşa olmuş bir bağlılık değildi. Kürtler, Osmanlı’nın en ümitsiz yıllarında Ruslara karşı savaşırken; Türkler de Kürtleri, Ermeni çetelerinden kurtarmıştı. 

Açıkça görülüyor ki, Osmanlı Devleti’nin ‘Kürt sorunu’ diye bir meselesi yoktu. Çünkü, Türk sorunu yoktu.

‘Osmanlı tarihte kaldı’ diyorsanız, Türkiye’ye gelelim. 

İbrahim Tatlıses’i meşhur eden Ayağında Kundura türküsünü Urfalı Mukim Tahir Oturan yazmıştır. Kendisi Kürt’tür. Ve bir Kürt olarak, “Ölürem ben ölürem / Nere gitsen gelirem / Ben bir Türk oğluyam / Mutlak seni alıram” demiştir. Bir Kürt olarak, Türklüğün üstünü değil, altını çizmiştir.

Peki Türkler ve Kürtler, tarih sahnesinde yol arkadaşlığı ederken, ne oldu, nasıl oldu da aralarında ‘ayrılık rüzgarları’ esmeye başladı?

Cevabı yine Dr. Erdal Aydoğan versin: “Uluslararası boyutta bir Kürt Meselesi çıkarma gayretleri, daha çok İngiliz ve Rus politikalarıyla örtüşmekteydi. Bunun için de özel eğitimli İngiliz ajanları Kürt toplulukları içine girerek onları kazanmak için çalışmışlardır.” (Sayfa 166)

Bu sözlerin altlığını da, Ö. Andaç Uğurlu editörlüğünde bir kurulun hazırladığı ve Örgün Yayınlarından çıkan, Türkiye’nin Parçalanması ve İngiliz Politikası adlı kitaptan yorumsuz verelim. 

İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği Müsteşarı Mr. Marling’den İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey’e, 3 Eylül 1912: “Yalnız Balkanları ve Avrupa’yı değil, Arapları, Ermenileri, Kürtleri ve diğer ırkları da imparatorluktan ayırmaya çalışmalıyız.”

İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nda Türkiye Sorunu konusunda yapılan toplantıdan, 26 Aralık 1919: “Kürdistan’da hiçbir şekilde Türk bırakılmayacak. Bir tek Kürt devleti mi, yoksa birçok Kürt devleti mi kurulacağı düşünülecek. Ermenilere Amerikan kanalıyla silah sağlanacak.”

Aradan yüz yıl geçti. Fakat Batılı zihinde, değişen bir şey olmadı.

Tüm bunların üzerine, “Kürt sorunu vardır” derseniz, bu yol arkadaşlığını, bu kader birliğini sorun olarak görmüş olursunuz. Hal bu ki, bu dostluğu sorun olarak görenler bellidir: Amerika, İngiltere ve Rusya!

Nafile bir gayretin içerisindeler. Türkleri ve Kürtleri bugüne kadar bir arada tutan ne ise, bugünden sonra da odur. 
Mesele ekonomik olsaydı, Kürtlerin maddi durumu, bugüne göre, Osmanlı döneminde daha kötüydü.

Bizler, Türküyle Kürdüyle, zenginlikleri paylaşmak için değil, çileye ortak olmak için bir aradayız. Zenginlikleri paylaşmak için bir araya gelseydik, millet olamazdık, Amerikalı olurduk. 

Bizler, işbirliği değil, kader birliği yapan bir milletiz. Yokluğu ve acıyı paylaştıkça güçleniyoruz. 

Bir de şu var: Sadece Diyarbakır ve Bitlis değil, Çorum ve Erzurum’daki vatandaşımız da fakir. Eğer bahse konu İstanbul gibi gelişmiş şehirlerse, bu şehirde Sivaslı ve Trabzonlunun yanı sıra, Vanlı ve Muşlu işadamları da var. Yani, sadece fakirliğimiz değil, zenginliğimiz de ortak.

  

Yorumlar